YENİ SÜRECİN BAŞLANGICI





Bir dönemin sonu, yeni bir devrin başlangıcı. Hep olduğu gibi bir bitiş bir başlangıca sebep. Nasıl bir köprü lazımsa karşıya geçmek için, yaşamımız için köprü oldun pandemi. Geçtiğimiz kıyının iyi mi, kötü mü olduğunu bilmeden gidiyoruz beş şeritli köprüde. Köprü uzun geldi hepimize, yolun sonu ne vakit bilmeden geçiyoruz bu köprüyü. Birkaç ışık görsek de karşı kıyıda renkler henüz birbirine karışıyor. Daha da yakınlaşmak lazım renkleri ayırt edebilmek için.

Çok değil, iki yıl önce yaşamımızda olmayan ne çok şey var artık yaşamak zorunda olduğumuz. Gelinen noktada tercihlerimizin değiştiği ya da geride bırakmak durumunda kaldığımız tüm şeyler.

Hasta olmak… Her birimizin yaşamımızda en korktuğumuz, hatta sevdiklerimize iyi dileklerde bulunacağımız zamanlarda “kendine iyi bak” dediğimiz, korunmak için beslenmemize, uykumuza özen gösterdiğimiz, bazen de “amansız dert vermesin” diyerek mevcut sağlık problemlerimize şükür ettiğimiz hastalıklar. Literatürde tanımlı olanlar, etiyolojisi bilinen, çalışılmış, tedavileri bulunmuş binlerce hastalık. Hatta ileri adımda ırklara göre ayrıştırılmış tedaviler. Üzerinde çalışılan, henüz tam anlaşılamamış hastalıklar ve tedaviye ulaşma yollarındaki sonsuz çabalar. Sağlık sektörü için defterleri tutulmuş, tamamlanmış ve defterleri tutuluyor olan ve tamamlanmamış onca hastalık üzerine kara bulut gibi çöken yeni bir dönem.

Birdenbire insanoğlunun yüzleştiği tanımı yeni olmayan, pek çok varyanta sahip, etkileri yeni yeni tam olarak tanımlanmış, tedavi yolları dar aralıkta belirlenebilmiş, korunma yolları yine dar aralıkta yaratılmış yepyeni bir bela Koronavirüs.

Hasta olmak kavramını değiştirmiş bir minik canavar. Bizim algımızda en korkulan hastalıkların, mesela kanserin önüne geçmiş bir büyük grip. Hastalıklar noktasında hasta olan bünyelerin ne çok farklı reaksiyonlar verdiğini zorunlu olarak her birimize gözlemleten bir büyük inceleme gibi. Eminim ki, deneyimlediğimiz bu dönem, insanoğlunun hasta ve hastalığa bakış açısını oldukça değiştirdi. Hasta olmamak adına verilen her çaba, atılan her adım insanların daha önce hiç düşünmediği pek çok şeyi düşünmelerine sebep oldu. Hasta olmanın da, ölmenin de, sağlıklı kalmanın da nasıl sayısal ifadeleri oluşturduğunu ve her birimizin bu rakamsal değerlerin birinin içinde “bir sayısıyla” ifade edildiğimizi görmüş olduk. Oysa daha öncesinde de bir takım değerlerin içerisindeydik fakat süregelen koşullar herkes için farklı olduğundan bu değerlerden habersizdik. Sonuçta insan ne ilk kez hasta oldu ne de ilk kez ölüyor.

Hasta sevdiklerimizi yalnız bırakamamak gibi sevgi dolu algımız, korona olan bir yakınımız ile sona erdi. Belki de bu süreçte çoğumuz için en zor kısım bu idi. Sevdiklerimizin yanında olamamak. Oysa biz hastalarımızın elini tutar, alınlarına bir şifa öpücüğü kondurmayı ne çok severiz. Hastalarımızı ellerimizle besler, başının rahat olması için yastığını düzeltir, üşümesin diye üstünü örteriz.  Hasta ve yakınındakiler için sonsuzluğa bedel bu sevgi dolu anlarımız, bizim tutunduğumuz şifa basamakları gibidir. Gücümüzü artıran, dayanmamızı kolaylaştıran, umudumuzu yükselten en iyi ilaçtan daha iyi gelen anlarımız. Birdenbire hastalarımız yalnız kaldı ve geride kalan sağlıklı olanlarımızın çaresizlik ile yüzleşmeleri ruhlarımızda korona kadar ağır yaralar açtı. Bir şey daha değişmişti yaşamlarımızda. Tek başına olmak zorunluydu ve tek başına olmak çok büyük sınanmaydı. Düşünmek de hastalanmıyordu ki, muhasebe defterleri tek tek açılıyordu. Hastalığı tek başına aşma çabası yetmezmiş gibi, geride kalanlara duyulan endişe, hiç hesapta olmayan hastalık, belki bir yoğun bakım odasının çaresizliği, yetişememek ve yüzleşmek, bu güne kadar yaşanılan her şeyle yüzleşmek.

Yaşam içerisinde ne zorluk yaşarsak yaşayalım en kutsal en korunaklı alanlarımız evlerimiz belki de çoğumuz için ilk defa sığınağımız haline geldi. Evimizi sevmek zamanıydı. Onu daha temiz, daha konforlu, daha bize göre bir yer yapmak için mecburiyet sebebimiz olmuş olsa da, “ev” algımız değişti. Yoğun hayat şartları yüzünden evlerini salon ve yatak odasından ibaret olduğunu sanan bazılarımız için mutfak diye bir odanın keşfi oldu bu dönem. Evimizin kapı ziline basan dostlarımız, akrabalarımız gitti onun yerine market çalışanları, kargo çalışanları, eczane çalışanları ile trafik yaşamaya başladık. Evlerimiz çoğu zaman küçük dünyalarımızın büyük hapishaneleri oldu. Bizim yaşamlarımız ve konuştuklarımız ise başka bir yöne evrilmişti bile.

Kendimizi, yaşamımızı düşünecek çok zamanımız oldu. Ne olduğumuzu, ne olamadığımızı anlamak için zorunlu olarak yaratılmış fırsatlar. Gün geldi ilişkilerimizi sorguladık, gün geldi kendimizi. Hem de yoğun yaşam şartları içinde hiç yapamadığımız kadar. Bu sorgulama dönemi hepimizi aslında yordu. Var olan koşulların yarattığı yorgunluk, normal seyirdeki yaşamın yoğunluğunun verdiği yorgunluktan çok farklı ve zordu çünkü. Bizler yorulurduk, uyurduk, dinlenirdik. Bu kez böyle olmadı. Uyusak da hep yorgunduk. Uyusak da hep yorgunuz. Aslında çoğumuz, diğer faktörler ortadan kalkıp baş başa kaldığımız bizi, aynı eve sıkıştığımız yakınlarımızı belki de ilk defa bu denli yakından gördük, anladık. Bir taraftan da iyiye gitmeyen ekonomik koşullar, durağan yaşam, bambaşka sıkıntılar, hiç umulmadık sonuçlar doğurdu. Zordu, daha zor oldu. Hepimizin gezegeni ise evlerimizden ibaretti. Alanlarımız ve şartlarımız daralmışken, tanıdığımız yeni halimizi pek çoğumuz sevmedik. Yakınlarımız ve kendimiz ile kocaman bir sınavın içinde idik ve bu sınavı vermek için hepimizin çok iyi ders çalışması gerekiyordu. Kaçanlara şaşırdık, umursamayana kızdık, titizlenene yorma dedik, kendi sesimiz kendimize çok geldi. Artarak giden kaygılarımıza sebep, gelecek bilinmeyeninin daha da bilinmezliği idi. Girdap içinde hareket eden birbirinden kopuk parçalar gibi, gün geldi aklımızı toparlayamadık.

Bu zorunlu kapanma hali, dışa açılan tüm kapıları ardına kadar açma ihtiyacını doğurdu. Teknoloji bu durum için elbette bir fırsattı. Takip ettiğimiz konular için artık zamanımız vardı, hatta gündem zaten oldukça kalabalık ve can sıkıcıydı. Başka kapılar aralamak istedik zaman zaman. Hiç düşünmediğimiz kadar yaşamı düşündük, yaşamı düşünmek bir süre sonra irdelemek demekti. Pek çoğumuz hiç daha önce bakmadığı yönlerden yaşamı irdelemeye başladı. Gelecek düşüncesi bir başka soruyu da getiriyordu. Nereden gelmiştik ve yaşam neydi? Yaşamı tehdit eden bu virüs neydi? Nedendi? Hepimiz de gördük ki, hiç kimse kendine ait yaşamını yönetemiyor ve dahası bunca zaman emekle veya miras yoluyla edinilen ne varlık ne de bilgi şu güne yetmiyordu. Peki ne yetecekti ya da yeteri kadar olan hakkında yanılmış mıydık?  Basit yaşamlar edindiğimiz yeni yaşam tarzımız ile yaşayabilmiştik. Uğraştığımız emek verdiğimiz onca şeyin yeni yaşamımızda yeri bile yoktu gördük ki. Bambaşka bir gelecek vardı önümüzde ve yepyeni kapılar. Alıştığımız, beynelmilel tüm gerçek, bir virüs ile koskoca bir balon haline gelivermişti. Yeni gerçekler nasıl olacaktı ve bizler bunun neresinde olmalıydık? Yoksa uçan bambaşka bir balona rastgele bir yerinden tutunmak yaşamın içinde var olmak için yeni adımımız mı olacaktı? Gerçek neydi, hangisi idi?

Bu gün pek çoğumuzun yaşadığı bıkkınlık, umutsuzluk, konsantrasyon eksikliği, çabuk sıkılma, çabuk yorulma, tahammülsüzlük, yorgunluk, endişe insanlığın girdiği büyük bir depresyon hali. Bu depresyon dünyayı iyi bir yere götürmüyor. Sevgisiz, değer vermeyen insanlar olarak yaşama devam etmek gün geçtikçe zorlaşıyor. Pandemi bir gün elbet bitecek ama bu depresyon hali bizden daha çok şey alacak, alıyor da. Gün geçtikçe, yaşam zorlaştıkça, pay almanın şartları ağırlaştıkça insanlar saldırgan ve nefret dolu hale geliyor. Elbette ülke yönetimlerine çok iş düşüyor ama bireysel olarak da yükümlülüklerimiz yok mu? Geleceği birileri bize vermiyor, biz kendi ellerimizle inşa ediyoruz. 

Yaşam virüslü ya da virüssüz her nasıl devam edecekse etsin, çok basit bir şeyden başlayarak yeni yaşamlarımıza tutunmalıyız. Basitten başlayarak, kendimizi sevmek ve değer vermek. Sanırım başka başlangıcımız da olmayacak. Atacağımız her adımın gücü kendimize olan sevgimiz olacak. Kendimize verdiğimiz değer, daha donanımlı olma çabamız ve benliğimize duyduğumuz saygı ile mümkün. Aslında düşününce geçmişten bu güne değişmeyen en önemli güç kendimize duyduğumuz sevgi ve değer. Şu ara yeni bir dünyaya ilerlemek için zorunlu olarak geçtiğimiz bu köprü için de en büyük gücümüz bu. Kendimizi sevmediğimiz ve değer vermediğimiz her gün, gelecekte oluşacak bambaşka acımasız konuların istatistiklerinde “bir rakamını” temsil edeceğiz. Kendimize değer verdiğimiz her gün ise gelecekteki korunaklı varlığımızı oluşturmamız için bir adım olacak. Sen varsan gelecek var ve sen iyiysen gelecek iyi. Bizleri bireysel yaşama ve yalnızlaşmaya mecbur kılan bu dönemi kendimizden başlayarak değiştirmemiz mümkün. Daha sonrasında yine birbirimize kenetlenmemiz gerekecek. Değersiz olan hiçbir şey gelecekte varlığını koruyamaz. O gün geldiğinde kendine değer veren herkes diğerlerine de değer veriyor olacak. Böylece insanlık kendi değeri üzerinde yükselecek. Bizler, yeni dünyayı değerli kılmak için kendimize ve doğacak her bir bebeğe bunu borçluyuz.

 

E.E

 


Yorumlar

  1. Harika olmuş ellerine sağlık. Artık yaşamak arslanın ağzında. Sağlık sorunu öncelikli. Yarınımız karanlık. Yine de yaşamak güzel kıymetini bilene. Sevgiler…

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kesinlikle... Degerli yorumlarınıza teşekkür ederim.Esenlikler dilerim.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

SANDIK (podcast)

KIZILCAGÜN (podcast)

BİRLİK ve AYRIŞMAK