YENİ SÜRECİN BAŞLANGICI
Çok değil,
iki yıl önce yaşamımızda olmayan ne çok şey var artık yaşamak zorunda
olduğumuz. Gelinen noktada tercihlerimizin değiştiği ya da geride bırakmak
durumunda kaldığımız tüm şeyler.
Hasta olmak…
Her birimizin yaşamımızda en korktuğumuz, hatta sevdiklerimize iyi dileklerde
bulunacağımız zamanlarda “kendine iyi bak” dediğimiz, korunmak için
beslenmemize, uykumuza özen gösterdiğimiz, bazen de “amansız dert vermesin”
diyerek mevcut sağlık problemlerimize şükür ettiğimiz hastalıklar. Literatürde
tanımlı olanlar, etiyolojisi bilinen, çalışılmış, tedavileri bulunmuş binlerce
hastalık. Hatta ileri adımda ırklara göre ayrıştırılmış tedaviler. Üzerinde
çalışılan, henüz tam anlaşılamamış hastalıklar ve tedaviye ulaşma yollarındaki
sonsuz çabalar. Sağlık sektörü için defterleri tutulmuş, tamamlanmış ve
defterleri tutuluyor olan ve tamamlanmamış onca hastalık üzerine kara bulut
gibi çöken yeni bir dönem.
Birdenbire
insanoğlunun yüzleştiği tanımı yeni olmayan, pek çok varyanta sahip, etkileri
yeni yeni tam olarak tanımlanmış, tedavi yolları dar aralıkta belirlenebilmiş,
korunma yolları yine dar aralıkta yaratılmış yepyeni bir bela Koronavirüs.
Hasta olmak kavramını değiştirmiş bir minik canavar. Bizim algımızda en korkulan hastalıkların, mesela kanserin önüne geçmiş bir büyük grip. Hastalıklar noktasında hasta olan bünyelerin ne çok farklı reaksiyonlar verdiğini zorunlu olarak her birimize gözlemleten bir büyük inceleme gibi. Eminim ki, deneyimlediğimiz bu dönem, insanoğlunun hasta ve hastalığa bakış açısını oldukça değiştirdi. Hasta olmamak adına verilen her çaba, atılan her adım insanların daha önce hiç düşünmediği pek çok şeyi düşünmelerine sebep oldu. Hasta olmanın da, ölmenin de, sağlıklı kalmanın da nasıl sayısal ifadeleri oluşturduğunu ve her birimizin bu rakamsal değerlerin birinin içinde “bir sayısıyla” ifade edildiğimizi görmüş olduk. Oysa daha öncesinde de bir takım değerlerin içerisindeydik fakat süregelen koşullar herkes için farklı olduğundan bu değerlerden habersizdik. Sonuçta insan ne ilk kez hasta oldu ne de ilk kez ölüyor.
Hasta
sevdiklerimizi yalnız bırakamamak gibi sevgi dolu algımız, korona olan bir
yakınımız ile sona erdi. Belki de bu süreçte çoğumuz için en zor kısım bu idi.
Sevdiklerimizin yanında olamamak. Oysa biz hastalarımızın elini tutar,
alınlarına bir şifa öpücüğü kondurmayı ne çok severiz. Hastalarımızı
ellerimizle besler, başının rahat olması için yastığını düzeltir, üşümesin diye
üstünü örteriz. Hasta ve yakınındakiler
için sonsuzluğa bedel bu sevgi dolu anlarımız, bizim tutunduğumuz şifa
basamakları gibidir. Gücümüzü artıran, dayanmamızı kolaylaştıran, umudumuzu
yükselten en iyi ilaçtan daha iyi gelen anlarımız. Birdenbire hastalarımız
yalnız kaldı ve geride kalan sağlıklı olanlarımızın çaresizlik ile yüzleşmeleri
ruhlarımızda korona kadar ağır yaralar açtı. Bir şey daha değişmişti
yaşamlarımızda. Tek başına olmak zorunluydu ve tek başına olmak çok büyük
sınanmaydı. Düşünmek de hastalanmıyordu ki, muhasebe defterleri tek tek
açılıyordu. Hastalığı tek başına aşma çabası yetmezmiş gibi, geride kalanlara
duyulan endişe, hiç hesapta olmayan hastalık, belki bir yoğun bakım odasının
çaresizliği, yetişememek ve yüzleşmek, bu güne kadar yaşanılan her şeyle
yüzleşmek.
Yaşam
içerisinde ne zorluk yaşarsak yaşayalım en kutsal en korunaklı alanlarımız
evlerimiz belki de çoğumuz için ilk defa sığınağımız haline geldi. Evimizi
sevmek zamanıydı. Onu daha temiz, daha konforlu, daha bize göre bir yer yapmak
için mecburiyet sebebimiz olmuş olsa da, “ev” algımız değişti. Yoğun hayat
şartları yüzünden evlerini salon ve yatak odasından ibaret olduğunu sanan
bazılarımız için mutfak diye bir odanın keşfi oldu bu dönem. Evimizin kapı
ziline basan dostlarımız, akrabalarımız gitti onun yerine market çalışanları,
kargo çalışanları, eczane çalışanları ile trafik yaşamaya başladık. Evlerimiz
çoğu zaman küçük dünyalarımızın büyük hapishaneleri oldu. Bizim yaşamlarımız ve
konuştuklarımız ise başka bir yöne evrilmişti bile.
Kendimizi,
yaşamımızı düşünecek çok zamanımız oldu. Ne olduğumuzu, ne olamadığımızı
anlamak için zorunlu olarak yaratılmış fırsatlar. Gün geldi ilişkilerimizi
sorguladık, gün geldi kendimizi. Hem de yoğun yaşam şartları içinde hiç
yapamadığımız kadar. Bu sorgulama dönemi hepimizi aslında yordu. Var olan
koşulların yarattığı yorgunluk, normal seyirdeki yaşamın yoğunluğunun verdiği
yorgunluktan çok farklı ve zordu çünkü. Bizler yorulurduk, uyurduk,
dinlenirdik. Bu kez böyle olmadı. Uyusak da hep yorgunduk. Uyusak da hep
yorgunuz. Aslında çoğumuz, diğer faktörler ortadan kalkıp baş başa kaldığımız
bizi, aynı eve sıkıştığımız yakınlarımızı belki de ilk defa bu denli yakından
gördük, anladık. Bir taraftan da iyiye gitmeyen ekonomik koşullar, durağan
yaşam, bambaşka sıkıntılar, hiç umulmadık sonuçlar doğurdu. Zordu, daha zor
oldu. Hepimizin gezegeni ise evlerimizden ibaretti. Alanlarımız ve şartlarımız
daralmışken, tanıdığımız yeni halimizi pek çoğumuz sevmedik. Yakınlarımız ve
kendimiz ile kocaman bir sınavın içinde idik ve bu sınavı vermek için hepimizin
çok iyi ders çalışması gerekiyordu. Kaçanlara şaşırdık, umursamayana kızdık,
titizlenene yorma dedik, kendi sesimiz kendimize çok geldi. Artarak giden
kaygılarımıza sebep, gelecek bilinmeyeninin daha da bilinmezliği idi. Girdap
içinde hareket eden birbirinden kopuk parçalar gibi, gün geldi aklımızı
toparlayamadık.
Bu zorunlu
kapanma hali, dışa açılan tüm kapıları ardına kadar açma ihtiyacını doğurdu.
Teknoloji bu durum için elbette bir fırsattı. Takip ettiğimiz konular için
artık zamanımız vardı, hatta gündem zaten oldukça kalabalık ve can sıkıcıydı.
Başka kapılar aralamak istedik zaman zaman. Hiç düşünmediğimiz kadar yaşamı
düşündük, yaşamı düşünmek bir süre sonra irdelemek demekti. Pek çoğumuz hiç
daha önce bakmadığı yönlerden yaşamı irdelemeye başladı. Gelecek düşüncesi bir
başka soruyu da getiriyordu. Nereden gelmiştik ve yaşam neydi? Yaşamı tehdit
eden bu virüs neydi? Nedendi? Hepimiz de gördük ki, hiç kimse kendine ait
yaşamını yönetemiyor ve dahası bunca zaman emekle veya miras yoluyla edinilen
ne varlık ne de bilgi şu güne yetmiyordu. Peki ne yetecekti ya da yeteri kadar
olan hakkında yanılmış mıydık? Basit
yaşamlar edindiğimiz yeni yaşam tarzımız ile yaşayabilmiştik. Uğraştığımız emek
verdiğimiz onca şeyin yeni yaşamımızda yeri bile yoktu gördük ki. Bambaşka bir
gelecek vardı önümüzde ve yepyeni kapılar. Alıştığımız, beynelmilel tüm gerçek,
bir virüs ile koskoca bir balon haline gelivermişti. Yeni gerçekler nasıl
olacaktı ve bizler bunun neresinde olmalıydık? Yoksa uçan bambaşka bir balona
rastgele bir yerinden tutunmak yaşamın içinde var olmak için yeni adımımız mı
olacaktı? Gerçek neydi, hangisi idi?
Bu gün pek
çoğumuzun yaşadığı bıkkınlık, umutsuzluk, konsantrasyon eksikliği, çabuk sıkılma,
çabuk yorulma, tahammülsüzlük, yorgunluk, endişe insanlığın girdiği büyük bir
depresyon hali. Bu depresyon dünyayı iyi bir yere götürmüyor. Sevgisiz, değer
vermeyen insanlar olarak yaşama devam etmek gün geçtikçe zorlaşıyor. Pandemi
bir gün elbet bitecek ama bu depresyon hali bizden daha çok şey alacak, alıyor
da. Gün geçtikçe, yaşam zorlaştıkça, pay almanın şartları ağırlaştıkça insanlar
saldırgan ve nefret dolu hale geliyor. Elbette ülke yönetimlerine çok iş
düşüyor ama bireysel olarak da yükümlülüklerimiz yok mu? Geleceği birileri bize
vermiyor, biz kendi ellerimizle inşa ediyoruz.
Yaşam
virüslü ya da virüssüz her nasıl devam edecekse etsin, çok basit bir şeyden
başlayarak yeni yaşamlarımıza tutunmalıyız. Basitten başlayarak, kendimizi
sevmek ve değer vermek. Sanırım başka başlangıcımız da olmayacak. Atacağımız
her adımın gücü kendimize olan sevgimiz olacak. Kendimize verdiğimiz değer,
daha donanımlı olma çabamız ve benliğimize duyduğumuz saygı ile mümkün. Aslında
düşününce geçmişten bu güne değişmeyen en önemli güç kendimize duyduğumuz sevgi
ve değer. Şu ara yeni bir dünyaya ilerlemek için zorunlu olarak geçtiğimiz bu
köprü için de en büyük gücümüz bu. Kendimizi sevmediğimiz ve değer vermediğimiz
her gün, gelecekte oluşacak bambaşka acımasız konuların istatistiklerinde “bir
rakamını” temsil edeceğiz. Kendimize değer verdiğimiz her gün ise gelecekteki
korunaklı varlığımızı oluşturmamız için bir adım olacak. Sen varsan gelecek var
ve sen iyiysen gelecek iyi. Bizleri bireysel yaşama ve yalnızlaşmaya mecbur
kılan bu dönemi kendimizden başlayarak değiştirmemiz mümkün. Daha sonrasında
yine birbirimize kenetlenmemiz gerekecek. Değersiz olan hiçbir şey gelecekte
varlığını koruyamaz. O gün geldiğinde kendine değer veren herkes diğerlerine de
değer veriyor olacak. Böylece insanlık kendi değeri üzerinde yükselecek. Bizler, yeni dünyayı değerli kılmak için
kendimize ve doğacak her bir bebeğe bunu borçluyuz.
E.E
Harika olmuş ellerine sağlık. Artık yaşamak arslanın ağzında. Sağlık sorunu öncelikli. Yarınımız karanlık. Yine de yaşamak güzel kıymetini bilene. Sevgiler…
YanıtlaSilKesinlikle... Degerli yorumlarınıza teşekkür ederim.Esenlikler dilerim.
Sil