DUYDUK DUYMADIK DEMEYİN !

 



Her Salı ve Cumartesi günleri akordeon sesine uyanır, hafif gözlerimi aralar o günün Salı veya Cumartesi olduğunu düşünür, eve dolan melodinin sesiyle bir tatlı tebessümü yüzüme yerleştirir, bir süre öylece kalır, hemen kalkmazdım. O güzelim sesin bir önceki seferde, kahvaltı masasında bizi yakaladığını hatırlar, her defasında mutlu edici bu hissin etkisinin geçmemesini dilerdim. Yugoslavya göçmeni olan bu müzisyenin haftanın iki günü Yeşilyurt’taki bol ağaçlı sokağımızdan geçmesi benim ruhuma çok iyi gelen bir hediye gibiydi. Kış, yaz demeden şahane müziği evlerimize dolduran değerli sanatçı dostum eğer bu yazıya bir gün denk gelirsen, şunu bilmeni isterim ki, müziğin, enstrümanının sesi hala kulaklarımda ve ben, kendi adıma o güzel dakikalar için sana müteşekkirim.

Ne zaman akordeon sesi duysam o sokak ve o evin, orada yaşanan tüm güzel anıların bir bir aklıma geldiği güzel semtimiz. Bazı yerler böyledir, kendinizi öyle ait hissedersiniz ki, sokak sizi sinesine sarar da, komşular, semt esnafı, ağaçlar, sokaktaki kediler, köpekler, kuşlar ve hatta sahildeki her kum tanesi bile sizinle aynı frekansta titreşir. Her şey ve herkes birbirine uyumlu ve bir tablodaki resmi tamamlayan tonlar gibidir.

Bir semti semt yapan şeyler herkes için değişse de hiç vazgeçilmeyecek olanları tam da kalbime konan kelebek misali bağlamıştı beni bu sokağa. Gülümseyen, “günaydın efendim” diyen erkekler ve kadınlar, yüzlerce yıldır İstanbul kokan yaşanmışlıklar ve haliyle o kültürün verdiği mesafeli ve nezaketli samimiyet. Yeşilyurt İstanbul’u İstanbul yapan kültürden çok daha sonra oluşmuş bir semt olsa da, kültürü oraya taşımış insanlar İstanbul’a olan vefalarının nişanesi gibi taşırdı pek çok alışkanlıklarını. Hala file ile alışverişe giden komşularımız vardı mesela, yaşları icabı alışkanlıklarından vazgeçemiyorlardı. Kendi kültürünü paylaşmayı seven Ermeni komşularımız, topik dolu bir tabakla zile basar, hal hatır sorar ve dini bayramlarımızı da en çok onlar hatırlar, kutlarlardı. Aracınızı iki kez aynı kaldırıma park ettiğinizde, diğer bir komşunuz oraya park etmez, sessizce bu paylaşım yapılırdı. Bugünkü gibi park yeri yüzünden büyük tartışmalar yaşanmaz, hatta o sokakta sesler genellikle yükselmezdi. Şimdi ben “di’li geçmiş zaman” kullanıyorum diye öyle çok eski tarihleri de düşünmeyin, bahsettiğim zamanlar yirmi yıl öncesi. Nezaket ve kültürlerin birbiri içerisindeki uyumu, sosyo-ekonomik yapının hemen hemen denk oluşu semtimizin ahengi noktasında elbette önemli noktalardı. Esnaf da bunu bilir, semt sakinlerine aynı üslup ve nezaketle yaklaşırdı. Hatta banka şubeleri bile çalışanlarını semtlere olan uyumlarını tartarak seçerlerdi.

Orada yaşayan hemen herkes mevcut yapının semtin sokak güvenliğini de kendi içerisinde koruduğunu bilir, yabancı hemen seçilir veya şüpheli davranışlar oldukça dikkati çekerdi. Böylece aslına bakarsanız mahalle kendi güvenliğini de sağlamış olurdu. Bu yapıyı dışardan gelenler hemen algılayamadığından, yabancı bir hal hemen fark edilirdi.

Ne zaman mahalleler yerine sitelere taşındık, o eski güzel ilişkiler ve denge kayboldu gitti. Büyük büyük inşaatlar, çevresine uyumlu olup olmadığına bakılmadan tasarlanmış beton yapılar, bu inşaatlar yapılacak diye heyecanla kalpleri çarpan, avuçlarını kaşıyan insanlar. Site kapılarına güvenlik personeli koyunca ve etrafına duvarlar örülünce her şey tamam oldu, bir de ortaya bir havuz koyunca çok da görkemli durdu. O havuzu kullanacak kültür orada oturan insanda var mı yok mu, hiç düşünülmedi bile. O havuzu kullanamayan, yere tüküren, çocuğunun tuvaletini kenarda köşede yaptıran, eşinin elindeki telefonun kamerasına görüntü versin diye koşup koşup havuza atlayan bir kişi bile olsa, onun yüzünden diğer elli kişi o havuzu hiç kullanamadı bile. Fakat herkes aynı fahiş aidatı ödüyordu. O bir kişinin görgüsüzlüğü, kültürel uyumsuzluğu önce havuzdan, sonra siteden ve sonra da şehirden kaçırdı insanları ve belki de ülkeden. 

 Ah anılar ve güzel komşularımız… Hepinizi özledim, hem de uzun zamandır.

Şimdi düşünüyorum da semtler, ilçeler, şehirler… Birbirinin içine geçmiş kültürler, hoşgörüden uzak ve hatta bırakın sevgiyi nefret dolu, tahammülsüz, mutsuz, kötülüğe elverişli, yan komşusundan habersiz, kendine odaklı insanlar. Nezaketti, saygıyı, hoşgörü ve anlayışı birbirine layık görmeyen, yalnızca maddi odaklı ve depresif apartmanlar, sokaklar, mahalleler ve ilçeler.

Şimdilerde ise bir belediye başkanı seçeceğiz. Peki, bu başkanlar bu haldeki insanlara mı hizmet götürecek? Bu başkan adayları da, benzer insanlardan biri mi? Onların uyum sorunu yok da, bizlerin mi var acaba? Adayların da uyum sorunu varsa, ifade sorunu da olmayacak mı? Kim, kimi seçecek ve sağlıklı bir seçim olabilecek mi?

Çok büyük şaşkınlıkla izlediğim son yıllar… Belediyecilikten anlar mı, anlamaz mı; aday olduğu şehri, ilçeyi tanır mı tanımaz mı ve yine aday olduğu bölgede yaşamışlığı var mı, oralı mı? Bu soruların hiçbirisi olmaksızın varsa yoksa konuşulan tek şey; hangi partiye oy verileceği.

Yahu orada doğmamışsın; hadi doğmayı bırak, orada yaşamamışsın bile, aday olduğun yere dair isminden başka bir şey bilmiyorsun belki de, hadi birileri gelmiş sana adaylık teklif etmiş; vardır bir hesapları; peki sen neye güvenerek evet dedin ki, bu mahallelerin yapısal bozulmalarına mı güveniyorsunuz? Banka bile memur atayacağı zaman, bölgeye olan uyumuna bakarken, biz belediyeye başkanı seçeceğiz de, hangi partili olduğundan başka soru gelmez mi aklımıza? Ya da mevcut adaylar, bu soruyu sormaz mı kendine? Bakın adaylara, kaçı adaylığını koyduğu bölgeden? Bu işler iyice çığırından çıkmadı mı?

İşte size doğru ve basit sorular. Belediye başkanından hangisi ilçemin/ilimin altyapı sorunlarını daha doğru çözer? Bütçemizi doğru kullanır? İmar, su, kanalizasyon, ulaşım sistemleri, temizlik, katı atık, zabıta, itfaiye, acil yardım, kurtarma, ambulans, defin ve mezarlıklar konusunda daha iyi hizmet verecek kimdir? Kim daha iyi çevreyi ve çevre sağlığını korur? Hangi aday adil bir biçimde vatandaşa hizmet sağlar? Hangi aday, ağaçlandırma, doğayı koruma, kültür, sanat ve turizm faaliyetlerinde daha iyi hizmet sağlar? Kim, gençler, sporcular, orta ve yüksek öğrenim görenler için yurt imkanı sağlar ve kim okul öncesi çocukları ve yaşlıları daha fazla düşünür, kollar?  Belediyelerde olması gereken şeylerin de tamamı bu kadar. Siz, vatandaş olarak herhangi bir sorun ya da başvuru için gidersiniz, onlar da seçilmiş başkan ve ekibi olarak sizin işlerinizi yürütürler. Aksi halde, olmayacak işleri oldurma başkanlığı ya da sizin yerinize başkasının işlerini gören bir yer mi sanıyorsunuz belediyeleri? Sanmayın! Lütfen artık sanmayın! Bu sanmaklar yüzünden beklentiler bitmiyor, artık sadece suya, çöpe, altyapıya odaklanın. Yeterince hizmet alabiliyor musunuz, buna odaklanın. Paranız doğru kullanılıyor mu buna odaklanın. Artık sanmayın ki; yakını başkan seçilenler, aynı beklentilerle o kapıyı çalmasın. O kapıyı her vatandaş güvenerek çalsın ve hatta kapılar açık kalsın. Zaten medeni bir insan bunları düşünmeli; yolsuzluğu, çıkarı, “yakınım bi seçilse, şu da bizde, bu da” beklentisi medeniyetten uzak, arsız bir bekleyiş.

Aslında her şehir kendi başkanını seçmek haricinde sanırım başka bir seçime de odaklanmış durumda.  Gözler, kulaklar pür dikkat İstanbul’da. İstanbul belediye başkanı Kars’taki veya Çankırı'daki vatandaşı neden ilgilendirmeli? Kars'ın, Çankırı'nın çöpünü İstanbul mu kaldırıyor, cenazesini İstanbul mu defnediyor, ağaçlarını İstanbul mu dikiyor veya suyunu İstanbul mu veriyor?

Bazı şeyler, olması gerekenden hariç düşünüldüğünde, ideolojik ve dar çerçeveye sıkıştığında, belediye başkanlığı ve belediyecilik haricinde çıkarları gözetilmek zorunda olunan başka unsurlar da varsa, “asıl şeyler” ne de hızla yok oluveriyor. Oysa belediyenin belli olan görevleri haricindeki her şey, bu ülke ve her ülke için zarardan başka bir şey getirmez, getirmedi de zaten.

Öze dönecek olursak bizler, ilçemiz ve şehrimize toplu yaşamanın kolaylaştırılması için altyapının doğru kurulup yönetilmesi için; suyumuzun musluğumuzdan akması ve çevre ve şehircilik ile ilgili diğer tüm alt başlıkların sağlıkla yürütülebilmesi ve tüm bunların yapılması için; bütçenin doğru ve israf edilmeden kullanılması için bir belediye başkanı seçiyoruz. Bildiğim kadarıyla başka da bir şey seçmiyoruz. Fakat ülkenin çoğunluğu kimi seçeceğinden bir haber, varsa yoksa körü körüne bağlandığı bir partizanlık peşinde koşup duruyor; üstelik o partinin de tam olarak ne olduğunu bilmeden.

Bu bir belediye başkanlığı seçimi, her il ve ilçe belediyesi için yapılan bir seçim, diğer illerde yaşayanlar bilsinler ki, İstanbul da halen bir il, eyalet falan da değil. Bu şehrin de belediyesi var ve seçime ihtiyacı var, tıpkı diğer iller gibi. Yatırımı yüksek, nüfusu kalabalık diye sofrada başköşeye oturmak isteyenler var ve burası getirim kapısı mı sandınız yoksa? Yok öyle bir şey, adaylar hizmet aşkıyla sokakları inletiyor, hem de bir buçuk aydır.

Seçim gününde mührü herkesin eliyle değil, aklıyla ve vicdanıyla tutmasını dilerim.

E.E

 

 

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YAŞASIN CUMHURİYET!

ÇAĞIRMA BENİ

TEK TEK UNUTMALI (podcast)