SORULARI OLAN İNSANLAR
İnsan,
hayvan, bitkiler, nesneler ve tüm evren ya ışıksa? Bizim, madde olarak
gördüklerimiz aslında maddenin çok daha ötesinde ise ve sahip olduğumuz bedensel
algılarımızla bunun farkında değilsek? Biz, bedenlerimizin çok ötesindeysek?
Emin olun bu
sorular, ne ilk kez soruluyor, ne de son yıllara ait sorular. Antik çağ
filozofları dâhil, sonraki dönemlerde pek çok bilim insanları,
araştırmacılar, yazarlar, düşünen, merak eden insanın soruları bunlar.
Bu soruların her biri bilinmeyeni merak etmekle başlasa da, nihayetinde evreni
ve yaşamı anlamak yolculuğunda sorularımıza ardıl başkalarını da sorduran onlar. Evren
nasıl çalışıyor, bu sistem içerisinde Dünya’nın geçmişi ve geleceği nasıldır,
yaşam döngüsünün amacı nedir, yaratılış ile ilgili bildiklerimiz doğru mu,
insanın yaratılış amacı nedir, ben bu amacın neresindeyim ve kimim?
Bilimin
bilimselliğinin ispatı olan; betimlemek, ön görmek, kontrol etmek (anlamak) ve
açıklamak iken, yukarıda sorduğumuz pek çok sorunun kontrol edilip, anlaşılabilecek
bir yöntemi henüz olmadığından, açıklamalar da haliyle bu soruyu soranların
bakış açıları, ilgi alanları ile ilintili olarak değişiklik göstermektedir.
Dini yaklaşımlar ile bilim insanlarının yaklaşımları birbirleri için çelişkilerle doludur. Filozoflar kendi perspektifinden sebep- sonuç ilişkisi kurma ve sorulara cevaplar bulma noktasında çelişkilerden de beslenmişlerdir. Aslına bakılırsa bilim insanından sanatçıya, felsefecilerden
meraklısına kadar akılları meşgul eden bu soruların, anlaşılmayı bekleyen çokça tarafı ve de anlatılmak istenilen keşifleri vardır, hem de insanoğlunun var
oluşundan beridir.
Son yıllarda
spiritüel yaklaşımların bir felsefi yaklaşım gibi kabul görmesi ve hatta bazı
üniversitelerin mastır ve doktora programlarına alması, katı tarzdaki bilim
insanlarını şaşırtıyor ve hatta kızdırıyor olsa da, insanların yoğun ilgisini yok
saymak ve spiritüel araştırmaları kenara itmek de faydasızdır. Bu, yeni olmayan
akımın, madde halin ardındaki enerji ve dönüşümlere odaklandığı; bu odaklanmanın
temel sorularının, yazıya başlarken sorduğumuz sorulara benzer olduğunu görüyor ve
biliyoruz. O halde “spiritüalizm bir felsefe midir, değil midir?” sorusu
bugünlerin belki de en geçerli sorularından birisi olmalıdır. Bu soru, zaman içerisinde
felsefe otoritelerinin spiritüalizmi konumladığı yerde mutlaka yanıt
bulacaktır, fakat bizim sorularımıza yanıt bulacak mıdır, orasını bilemiyorum.
Fizik yasalarının
yönünü değiştiren, on dokuzuncu yüzyıl başlarında Young’un yaptığı deney ile yepyeni
bir dönemi başlatan, çift yarık deneyi de bilimsel bir ispat ile madde ve ışık
arasındaki ilişkiyi önümüze seren en etkili çalışmadır. Spiritüalizmin
yüzyıllardır savunduğu enerji, frekans ve madde kavramlarına, bilim insanlarının
kendilerince yöntemleri yani fizik, matematik ispatlarıyla yeni bir dokunuş
yaptıkları ve kuantumun temelini oluşturan çift yarık deneyi, oldukça önemli
bir çalışmadır. Elbette bu deneyin amacı spiritüalizme veri sunmak olmasa da, bir bakıma spiritüalist düşünceye destek de olmuştur. Bu deneyi daha önce duyanlarınız elbette ki çoğunluktadır, fakat
duymayanlarınız için oldukça ilginç sonuçları olan bu deneyi özetlemek isterim.
Bir levhaya
iki adet delik açtığınızı düşünün. Bu levhayı da aynı dalga boyuna sahip bir
ışık kaynağına belirli bir mesafede, paralel olarak yerleştirdiğinizi
düşünün. Levhanın arkasına da bir perde
koyduğunuzu hayal edin. Düzeneğimiz bundan ibaret, fakat öncesinde şunu hayal
etmenizi isteyeceğim. Bir kutunun üstüne iki adet yarık açtığınızı ve bu
yarıklardan birini kapatarak yalnızca birisinden kutunun içerisine tuz akıttığınızı
düşünün. Beklendiği üzere tuz, yarıktan geçerek kutunun içerisinde tepecik
oluşturacaktır. Peki şimdi de, iki yarıktan, aynı anda geçecek şekilde tuz
akıttığınızı düşünün, kutunun içerisinde iki adet tepecik oluşacaktır. Aynı
sıralama ve aynı şekilde bu deneyi tuz yerine ışıkla yaptığınızı düşünün. Tek
yarık açıkken ışık, el fenerinden çıkan ışık misali kutunun içerisine
yayılacaktır. Çift yarık açıkken, yarıklara gönderdiğimiz ışık, iki adet el
fenerinden yayılan ışık gibi görünmesi beklenir değil mi? Oysa öyle olmaz; ışık,
çizgiler şeklinde aydınlık ve gölgeli bölgeler oluşturmaktadır. Yani ışığın
parçacık gibi davrandığı bilinse de, dalga gibi de davranmaktadır. İşte, on
dokuzuncu yüzyıl başlarında bilim insanları, ışığın tanecik gibi davranmasına kesin
gözüyle bakarken, dalga gibi davranıyor olması da bu deneyle kanıtlanmıştır.
Buraya kadar
bu deney ilginizi çekmediyse veya “e ne olmuş yani, bunun yazının konusuyla ne
alakası var?” diyorsanız, şimdiden sonra okuyacaklarınız sizi oldukça
şaşırtacak, yeni sorular sorduracak ve çokça düşünmenizi sağlayacaktır.
Asıl ilginç
çalışmalar bu deney sonrasında da devam etmiştir. 1961 yılında Clauss Jönsson
deneyi “en güzel deney” ödülünü almış bir çift yarık deneyidir. Bu deneyde ise
Jönsson, yarıklara elektron tabancası ile elektron göndererek Young’un deneyini
tekrarlamıştır. Elektron taneciğinin, bizim kutuya akıttığımız tuz taneciği
gibi davranacağını düşünenler, şimdiden söylemeliyim ki oldukça büyük bir
yanılgıya düşmüş olacaklar. Çünkü elektronlar da aynen ışık gibi yani dalga gibi
davranmıştır. Evet evet, yanlış okumadınız, elektronlar dalga gibi
davranmıştır.
Yani uzun
lafın kısası, bir tanecik hem madde, hem de ışık gibi davranabilir. Peki, hangi
durumda ve hangi temel esasa göre? Aynen kuantum yasalarının dediği gibi ve
benzer şekilde anlatmasa da spiritüalizmin bahsettiği enerji ve frekans gibi.
Yani gördüğümüz, dokunduğumuz her şey aslında bir enerji ve bizler de. Bu bilgi
yaratılış amacını ve yaratılışın nasıl olduğunu henüz açıklayamasa da, belirli
düzeyde de olsa enerji olduğumuzu bilmek kulağa hoş geliyor. Spiritüalizm uzun
süredir bundan bahsetse de, bilimsel ispatını takip etmek, doktorun verdiği bir
ilacı içmek gibi güven veriyor.
-Bunca şeyi
anlamaya ne gerek var, dini öğretiler pek de güzel anlatıyor birçok şeyi, yaratılışımız
da, yaşam amacımız da belli zaten- diyenleriniz varsa, bu da bir tercih
elbette; ben sorgulamayı sevenlerdenim.
Platon'un öğrenmek konusundaki düşüncesini hatırlayalım; ruhun tüm bilgiye sahip olmasından ve öğrenmenin bir
hatırlamak olduğundan bahsediyordu. Platon da ruhumuzun, yani asıl enerjimizin,
bedensel algılarımızın çok ötesinde olduğunu ve yaşam yolumuzda öğrendiğimiz
her yeni bilginin zaten bizde var olduğunu vurgularken, aslında spiritüalizme
yakın bir yaklaşımı ortaya koymuyor mu?
Mevlana’nın
Kadir-i Mutlak’a erişme gayreti ve asıl enerjisi yani ruhunun sınırlı olan
bedenine hapis olmuşluğuna vurgusu da; görünenden, bilinenden hariç bir
arayışın öyküsü değil de nedir? Fani dünya, fani vücut derken bir ışıktan yani
enerjiden, ezelden yaratılmış ruhlardan ve asıl olanın o mertebedeki
varoluş olduğundan bahsetmez mi?
Natüralist
yaklaşımlar ise, doğa döngüsünün sinerjisine odaklanarak, yaşamın bir başlangıç ve
son olmak üzere, iki nokta arasındaki varlığını savunsa da, bu yaklaşım da
bizim asıl sorularımızı maalesef cevaplamıyor. Yaratılış ve amacımızı
sorguladığımız noktada, ister istemez kuantum ve spiritüel konulara odaklanmak
ile baş başa kalıveriyoruz. Belki de pozitif bilim gerçekliği ile büyümüş
bizler, bilimin aynen çift yarık deneyinde olduğu gibi daha fazla veriyi
spiritüalizm için de sunmasını bekliyoruz. Ne de olsa o zaman, dayanakları olan
bir bilim dalı olarak kabul göreceğini düşünüyoruz.
Merak ile
çıktığımız yolda bilim insanlarının çalışmalarını, filozofların yaklaşımlarını,
araştırmaları, dinleri, yazıtları, tabletleri incelediğimizde benzer merakın
ateşinin hiç sönmediğini görmek, bilmek şaşırtıcı. Her bir yeni bilgi yepyeni
bir heyecan ve de yol demek. Mutlaka hepimizin etkilendiği isimler vardır, bazıları beş yıldızı hak eder. Mesela Einstein’ının görecelik kuramı, yukarıda bahsi geçen çift yarık deneyi ve
daha pek çok çalışma, düşüncelerimizi bambaşka yerlere çekip, sorduğumuz
soruları farklılaştırmıyor mu?
Tüm bu
sorular kafalarımızı kurcalayadursun bizler, spiritüalizmin bir
felsefi yaklaşım olup olmadığını tartışalım veya fizik deneylerini anlamaya
çalışalım; bir taraftan da böylesine düşünmeyi aykırı bulan, tüm bu soruları
yasaklayan, zararlı sayan dini görüşler de, çoğu insan için amacı belirlenmiş ve dolayısıyla kolaylıkla
sürdürülebilir bir yaşam demek. Yazının başında sorulan
pek çok soru onlar için hiç yok, hiç de olmayacak. Tüm yaşamını bu şekilde sürdürenler için bu soruların bir anlamı ve de
hükmü neredeyse yok; belki de boş bir konuşma.
Düşünmek, anlamak
ve öğrenmek her biri bir adım ve sorular büyük olunca da haliyle bu adımlar da
büyüyor. Fakat insanların pek çoğu bu adımların peşine düşmektense yani
öğrenmeyi tercih etmektense, inanmayı seçiyor. İnanmak, genel olarak öğrenmekten
daha kolay ve çabasız olduğundan. Bir insandan duyduğuna inanmak, ailesinin
öğretilerine inanmak veya dini her tür yaklaşıma inanmak; böylece insan, öğrenmenin hiçbir
ağır yükünü edinmezken, yaşamında kolaylık tercihiyle her gününü tamamlıyor. Üstelik sorgulamadan inanmayı ne denli çok
yaparsa o kadar hafiflemiş de hissediyor. Kolaylıkla inanmak, her şekilde
aidiyeti yükseltiyor. Aidiyeti yüksek bir yaşamsa bir nevi rahatlık demektir. Oysa
öğrenilen her yeni bilgi; günler, haftalar, aylar ve yıllarca bir insanda
biriktiğinde, onun eriştiği bu yeni seviye diğer insanlar açısından korkutucu
olabiliyor. Bilgi büyüdükçe aidiyet azalırken, inanç ile aidiyet artıyor. O
halde sorum size; -öğrenmek mi, yoksa inanmak mı- sizin tercihiniz ne yönde?
Dini
yaklaşımlar haricinde, henüz bilimsel ispata dayalı hiçbir kuram, farklı
felsefi yaklaşımlar ve spiritüalizm varoluş amacımızı, evreni, kim olduğumuzu
anlamamıza yeterli olmasa da; cevapları aramanın heyecanı ve güzelliği ile yeni
bilgileri bekleyeceğimizi biliyorum. Yeni yaklaşımlar ve araştırmalara ulaşmak
adına öğrenme isteğini, araştırmayı ve bu yolun heyecanını çok değerli
buluyorum.
Bunca satır
fizikten ve Einstein’dan bahsetmişken de onun çok sevdiğim iki öğretisi ile bu
yazımı noktalamayı ve sizi düşüncelere bırakmayı tercih ediyorum.
“İnsan, aklının sınırlarını zorlamadıkça hiçbir şeye ulaşamaz.” (Albert Einstein)
“Cevapları olan değil, soruları olan insanları dinleyin.” (Albert Einstein)
E.E
Çok araştırmış ve değişik bir konuya parmak basmışsınız. İki defa okudum. Önemli olan inanmak. Kaleminize sağlık. Başarılar…
YanıtlaSilSevgiyle kalın, teşekkür ederim 🙏
SilYine zor, karmaşık ve önemli bir konuya değinmişsiniz.Materyalist anlaşıyı reddeden; manevi ve ruhani bakışı savunan Spiritüalizmi farklı bir anlatı ile ifade etmişsiniz yine.Sadece öğrenerek ya da sadece inanarak yaşamak ve tüm döngüyü sadece biri üzerine kurmak kısır bir döngüye sebep olacağından bu yaklaşımın bir bütün olarak ele alınması daha anlamlı ve faydalı olacaktır.İnsan hem öğrenmeye açık olmalı hem de çok katı olmamakla birlikte inanca sahip olmalıdır.Ağzınıza, yüreğinize, kaleminize sağlık Evrim Hanım.👏🏼👏🏼👏🏼
YanıtlaSilMerhaba Güven Bey, değerli yorumunuza teşekkür ederim.
SilDeğişik, bir okadar da karmaşık bir konuya değimmişsin. Konuyu güzel işlemişin. Yüreğine ve kalemine sağlık.
YanıtlaSilTeşekkür ederim, güzellikler dilerim.
SilMerhaba Evrim hn.önemli bir konuyu farklı acılardan kaleme almışsınız.Ögrenmeden inananlar bilgisizlik ve cahillik ile yaşamı zorlaştırmışlardır.Bilinç,yaratımdan sorumlu zekadır.Bilinçsizce bir yaşam ilk önce kendine ihaneteder.Saygılar başarılar 👏💙
YanıtlaSilMerhaba Feridun Bey spritualizm yaklaşımlarının felsefe biliminin konusu olup olmadığı henüz tartışmalı iken, fizikçilerin kuantum adına yaptıkları ilginç çalışmalar ve yepyeni hipotezler alışılmışın dışında yöntemleri de barındırıyor. İlginç konular oluşuyor. Yöntemler değişiyor. Biz değişiyoruz.
SilDeğerli yorumunuza teşekkür ederim. Güzel günler dilerim.