ATATÜRK'ÜN AZ BİLİNEN ANILARI



Mustafa Kemal Atatürk bir liderden çok daha fazlasıdır. Dünya üstünde çok nadir denk gelinebilecek bir şanstır. Ne mutlu bize ki, onun çocuklarıyız. Onu anlamaya çalışmak ise umut dolu, iyilik ve de akıl dolu bir yolculuk. Karanlığı yoktur Atatürk yolunun tam tersine aydınlık ve sevgi doludur. Onu anlamak gayretinde olan genç dostlarım için ya da benim gibi onu özlemekte olan çocukları için Atatürk anılarından oluşan derleme ile ulaşmak istedim sizlere. Kısa ömrüne rağmen oldukça yoğun geçen yıllar, pek çok anıyı da biriktirmiş haliyle, fakat ben, farklı yönlerini anlatan anıları tercih ettim. Her bir anısından kıssadan hisse bulabileceğinizi biliyorum. Bu yayını hazırlarken çok keyif aldım, umarım sizler için de keyif dolu dakikalar olur. Nüktedan anılar ve akıllı bir insan ile sizleri baş başa bırakıyorum; sevgi ve umut dolu kalın. 


-1-

Genelgeyle Devrim Olmaz!

1924 yılının ilkbaharıdır. Erzurum ve Pasinler'de depremde birçok köyün evleri yıkılmıştır. Zarar gören halkla görüşmek için Pasinler'e gelen Atatürk, halkın içinde ihtiyar bir köylüye yaklaşır:

''Depremde çok zarar gördün mü, baba?'' diye sorar. Atatürk, ihtiyarın şüphesini görünce tekrar sorar:

''Hükümet sana kaç lira verse, zararını karşılayabilirsin?'' İhtiyar, Kürt şivesiyle:

''Valle Padişah bilir!'' der. Atatürk gülümser, yumuşak bir sesle:

''Baba, Padişah yok; onları siz kaldırmadınız mı? Söyle bakalım zararın ne? '' ihtiyar tekrar eder:

''Padişah bilir!''  Bu cevap karşısında kaşları çatılan Atatürk, Kaymakam'a döner:

''Siz daha devrimi yaymamışsınız.'' der. Bu sırada görevini yapmış olma hissiyatıyla ortaya atılan tahrirat kâtibi:

''Köylere genelge yolladık Paşam.'' der. Atatürk'ün soğukkanlı öfkesi daha da belirginleşir.

''Oğlum'' der, ''Genelgeyle devrim olmaz!...'' 

(Ahmet Hidayet Reel aktarımıyla)

 

-2-

Büyük Adam

10 Kasım 1938, İstanbul Üniversitesi'nde saat 9'u 5 geçe gerçekleşen acı haber duyulmuş... Hukuk Fakültesi’nde bir Alman Profesör de duymuş, şaşırmıştır. Derse girsin mi, girmesin mi, bir türlü karar verememektedir. O sırada aklına rektöre müracaat etmek gelir. Kalkar, yanına gider. Aralarında şu konuşma geçer:

''Efendim, mütereddidim. Acaba ne yapsam? ''

''Sizde büyük bir adam ölünce ne yaparlarsa, onu yapın.'' İşte o zaman Alman profesör kollarını iki yana sarkıtarak:

''Bizde bu kadar büyük bir adam ölmedi ki....''der.

 

-3-

Türk Kadınlarının Fazileti

Muallimlerin Ankara’da bir toplantısı vardır, Bu toplantıya birkaç kadın muallim de katılacaktır. Muallim kadınların toplantıda olmalarını hoş görmeyen meclisin sarıklıları Gazi'ye şikâyete giderler. Gazi kızarak:

''Kimmiş muallimler cemiyet reisi? Çağırın onu!'' der. Mazhar Müfit birkaç dakika sonra içeri girince gürleyen bir sesle ona çıkışır:

''Siz, Muallimler içtimada ne yapmışsınız? Ne ayıp şey bu?'' Mazhar Müfit şaşakalır. Gazi'den beklemediği bu tepki ve orada bulunan diğer insanların alaycı tavrı karşısında ne diyeceğini bilemez.  Sarıklılar muzaffer bir beşaretle gülmektedir. Sarıklılar neşe içinde iken, Gazi'nin sesi hep aynı tonda devam eder:

''Olur şey değil, olur şey değil! Mazhar Müfit hala ayaktadır ve şaşkınlıkla:

''Efendim vallahi...''

''Bırak bırak, ben hepsini biliyorum; içtimaya muallime hanımları da çağırdınız. Fakat onları niye ayrı sıralara oturttunuz? Sizin kendinize mi itimadınız yok, Türk hanımlarının faziletine mi? Bir daha öyle ayrılık gayrılık görmeyeyim, anladınız mı ?''

 

 -4-

Namus

Mustafa Kemal genç bir subaydır. Çerkezlerin oturduğu Kutaytara’nın doğusundaki bir köye gider. Çerkezler onu ve yanındakileri soygunculardan sanarak iyi karşılamazlar. Bir müddet sonra anlarlar ki, bunlar dertlerini dinlemeye, kendilerine iyilik yapmaya gelmişlerdir, hemen anlaşırlar. Köy ileri gelenlerinden biri der ki:

“Siz ne derseniz yaparız, fakat bizi ezen devletin istediğini yapmayız.”

Birkaç gün içinde, bu köye hücum eden bir kolağası ve kuvvetlerini köylüler kuşatırlar, öldürmek üzeredirler. Mustafa Kemal biraz arkadadır, tam zamanında yetişir. Köylüler onu görünce etrafını sarar, kolağasını ona bağışlarlar.

Birlik başındakiler yine bir hayli para toplamışlardır. Mustafa Kemal’e de hisse teklif ederler. Onun için böyle bir konu mevzubahis bile değildir.  Maddi çıkarlar karşısında küçülenlerden olmamıştır, olmayacaktır. Mustafa Kemal, kararlı bir tavır ile vurgundan pay alıp almamakta tereddüt eden arkadaşına sorar:

“Bugünün adamı mı olmak istiyorsun, yoksa yarının mı?”

“Elbette yarının adamı olmak isterim.”

“Öyleyse hisse alamazsın, ben de almadım ve almam.”

O sırada alayında bulunanlara da şöyle seslenir:

“Arkadaşlar, ben namuslu askerim. Benimle arkadaş olmak isteyenlerin de namuslu olmaları gerekir.”

(Falih Rıfkı Atay, Babamız Atatürk, 2. Baskı, İstanbul 1966, s.18-19)

 

 -5-

Yurdumun Toprağı Temizdir

Kral Edward İstanbul'a geldiği zaman, yatından bir motora binerek Dolmabahçe Sarayı'na yanaşır. Atatürk de rıhtımda onu beklemektedir. Deniz dalgalı olduğundan, kralın bindiği motor, sürekli inip çıkmaktadır. İmparator rıhtıma çıkmak istediği bir sırada, eli yere değerek tozlanır.

O sırada Atatürk elini uzatmış bulunduğundan, kral da ona elini uzatmadan önce mendiline silmek ister, ama Atatürk hemen devreye girer:

''Yurdumun toprağı temizdir, o elinizi kirletmez.'' diyerek kralı elinden tutup rıhtıma çıkarır.

 

 -6-

Selanik’ten Geleceğe Bakış

Bulgar Türkoloğu İvan Manolof, Meşrutiyetten bir iki yıl önce Selanik’te Mustafa Kemal’den Türk devrimine ait düşüncelerini dinler. Yarınki Türkiye’yi heyecanla anlatan Mustafa Kemal Manolof’a demiştir ki;

“Bir gün gelecek, ben hayal zannettiğiniz bütün bu devrimleri başaracağım. Ait olduğum millet, bana inanacaktır. Düşündüklerim hiçbir demagoji ürünü değildir. Bu millet, gerçeği görünce, arkasında tereddütsüz yürür. Dava uğrunda ölmesini bilir. Saltanat, yıkılmalıdır. Devlet yapısı, uygun bir unsura dayanmalıdır. Din ve devlet birbirinden ayrılmalı, doğu medeniyetinden benliğimizi sıyırarak batı medeniyetine aktarılmalıyız. Kadın ve erkek arasındaki farklar silinerek yeni bir sosyal düzen kurmalıyız. Batı medeniyetine girebilmemize engel olan yazıyı atarak, Latin kökünden bir alfabe seçmeli, kılık kıyafetimize kadar, her şeyimizde batılılara uymalıyız. Emin olunuz ki, bunların hepsi, bir gün olacaktır.”

(18 Ağustos 1948 Cumhuriyet, Arif Necip Kaskatı)

 

 -7-

Yirmi Dokuz Yaşında, Kolağası Mustafa Kemal’den ilk Yenilik

 Ziya Kılıç, şimdi okuyacağınız hatıraları bize şöyle naklediyor:

“1910 yılındayız. Beşinci Kolordu Genel Kurmayına bağlı Kolağası Mustafa Kemal de Selanik’te bulunuyor. Beşinci Kolorduya mensup 38. Merkez Alayı Kumandanı Miralay Sadettin Bey tedavi için İstanbul’a gidiyor ve izin alıyor.

Sadettin Bey’in kimi vekil bırakacağını herkes merak etmekteydi. Biz ve kumandanlar bu merak içinde iken hayretle gördük ve öğrendik ki, Kolağası Mustafa Kemal kendisine vekillik edecektir. Hayret ettik. Çünkü Mustafa Kemal kıdemli yüzbaşı idi, hâlbuki kendisinden çok üstün rütbede olanlar vardı.

Büyük rütbeli subayların bu hayretleri çabuk geçti ve yerine büyük bir merak başladı. Mustafa Kemal, kendisini son derece sevdirmişti. Onun bazı jestleri, herkesi kendisine bağlamıştı. Şimdi, onun işbaşına geçmesini merak ediyorduk.

Alayın teslim alınış gününü, tarihimizin mühim bir dönüm noktası olarak kabul etmemiz lâzımdır. O gün Atatürk beyaz bir ata binerek gelmişti. Bütün gözler onda idi. Alayın önünde kılıcını çekerek selâm vaziyeti aldı. Sonra atından hızla yere atladı, şimdi;

Selâmünaleyküm asker, demesini bekliyorduk. Fakat hiç beklemediğimiz bir durum ortaya geldi.

“Merhaba asker...”

Bu, ilk defa meydana gelen olay idi. Askerler nasıl karşılık vereceklerini bilemiyorlardı. Bu birkaç saniyelik sessizliği, İstanbullu askerler doldurdular:

“Merhaba beyim.”

Ordu, ilk defa bir kumandandan “Merhaba Asker” selamını alıyordu. Mustafa Kemal, alayı teslim aldıktan sonra sert bir sesle rahat emrini veriyor. Sonra bölük kumandanlarından birisi yaklaşıyor. Bölüğünü derin kol ile hareket ettirerek takım kolunda kendisine cephe almak üzere sevk etmesini emrediyor.

O zaman orduda birçok alaylı kumandanlar vardı. Çoğu askeri yönetmeliğin birçok maddelerini bilmiyor ve hatta tatbik edemiyorlardı. Mustafa Kemal, tam fırsatını bulmuştu.

Verdiği emrin tatbik edilmediğini tahmin edebilirsiniz. Gedikli ve alaylı kumandanlar, emri bile anlayamamışlardı.

Mustafa Kemal kaşlarını çattı ve yüksek bir sesle bölük kumandanlarına:

“Subay adayı yetiştiren ordugâh Vaytmanı (talimgah)” emrini verdi.

O zaman orduyu düzenleme için Almanya’dan getirilen ve Selanik’te bulunan talimgâhta, bu gibi alaylı ve yetersiz subayların eğitimiyle meşgul olunuyordu.

Mustafa Kemal bir saat içinde bütün alayı ve yetersiz bölük kumandanlarını ayırmış ve hepsini talimgâha yollamıştı.

Yaptığı bu ayrımda, Üsteğmen rütbesine kadar çıktı. Mustafa Kemal, kendi rütbesinden üstün rütbe taşıyanlara aynı davranış da bulunmamış, bu şekilde alay kumandanı vekâleti vazifesini, rütbesine yakışır bir jestle idare etmiş, kendi rütbesinden üstün rütbede olanlara karşı da saygı göstermiştir. Üsteğmen rütbesine kadar ordunun Raşit ağaları, Mehmet ağaları, geri hizmetlerde ve mekkâre (orduda levazımatı taşıma ve koruma) alaylarında görevlendirilmek üzere talimgâha göndermiş, yerlerine ehliyetli subaylar almıştı.

Mustafa Kemal, alay kumandan vekâleti vazifesini üzerine aldığı iki ay içinde 13 üncü fırkaya bağlı 38 inci alayın manevra kabiliyetini kat kat arttırmış, üç alaya karşı tek alayla yaptığı manevrada hayret verici sonuç alarak galip gelmişti.”

 

 -8-

Geçmiş Olsun

 Atatürk, yurdumuzu ziyaret etmekte olan Yugoslav Kralı Alexander ile İstanbul'da Dolmabahçe Sarayı'nda konuşurken, konuk Kral şöyle der:

''Ekselans, biz Türkleri çok severiz. O kadar çok ki, vaktiyle Cihan Harbi’nin sonunda Lloyd George Batı Anadolu'yu Yunanistan'a teklif etmeden evvel bize teklif etmişti. Fakat biz Yugoslavlar, Türkleri çok sevdiğimiz için George'un bu önerisini kabul edip Anadolu seferine çıkmadık.''

 Atatürk, Kral'ın bu sözlerine şu cevabı verir:

''Haşmetmeap, evvela bize karşı olan sevginize teşekkür ederiz. Sonra büyük geçmiş olsun!'' 

 

-9-

Onur ile Alınan Yol

Mustafa Kemal Birinci Dünya Savaşı başladığı zaman Türk Ordusunda Alman subaylarına önemli görevler verilmesinin karşısındaydı. Alman Mareşali Falkenhayn bu gibilerini itirazdan vazgeçirmek için çeşitli usullere başvurmaktadır. Bu sırada Mustafa Kemal Paşa’nın Yedinci Ordu Kumandanlığına hareket edeceği gece, İstanbul Akaretler’deki 74 numaralı eve Alman Mareşalinin karargâhında memur olan bir Türk kurmay subayı ile genç bir Alman subayı gelirler. Ufak sandıklar içinde bazı şeyler getirmişlerdir. Paşa sorar:

“Bunlar nedir?“

Alman subay cevap verir.

İstanbul’dan ayrılıyorsunuz; size Mareşal Falkenhayn bir miktar altın göndermiştir.”

“Bu paralar yanlış gelmiş. Ordunun Levazım Başkanlığına gönderilmesi lazımdı.”

“Efendim, o da başka...” Mustafa Kemal paranın ne kadar olduğunu anladıktan sonra, Alman subayının önünde, onları teslim aldığına dair senet imzalar, fakat Alman subayı bunu kabul etmez; o zaman Paşa Türk subayına emreder:

Bu subay, senedi alıp Mareşale versin ve siz de paraları gelip alması için Levazım Başkanlığına haber gönderiniz..."

Bir kaç ay sonra Mustafa Kemal Paşa Yedinci Ordu Kumandanlığını, vekil olarak Ali Rıza Paşa’ya  bırakmış, ayrılmıştır; altınları da ona teslim ederek makbuz almıştır. Bu makbuzu iki yaverine verir ve emreder;

“Mareşal Falkenhayn’e gidiniz; kendisini görünüz; bu makbuzu vererek benim imzamın bulunduğu evrakı ondan alınız!”  Mareşal Falkenhayn yaverine:

“Mustafa Kemal Paşa’ya böyle bir para verdiğimi hatırlamıyorum; bende imzalı senedinin bulunduğunu da bilmiyorum. Bunun için Ali Rıza imzalı evrakı da kabul edemem!” dedi. Mustafa Kemal Paşa şu haberi yollar;

“Verdiğiniz altınlar olduğu gibi duruyor; onlar için size senet verilmiştir. Sizde böyle bir senedin bulunmayışı altınları yok edemez. Belgeyi kaybetmiş olabilirsiniz; o halde verdiğiniz altınları size iade edeceğiz; aldığınıza dair siz bize makbuz veriniz! Ben altın için, memleket çıkarlarına göz yumacak insanlardan değilim. Paralarınız duruyor, fakat onlardan daha kıymetli olan Mustafa Kemal imzası sizde kalamaz!”

İki subay, bir saat sonra senedi alıp dönmüşlerdir.

(Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009)

 

 -10-

Herkes için Prensip

Muzaffer Kılıç anlatıyor:

“Erzurum'dan kongre için Sivas'a geldiğimizde, Mustafa Kemal'in karargahı olarak, Sivas lisesini hazırlamışlardı. Paşa, kendisine hazırlanan odaları dolaşırken, yatak odasında, karyolanın arkasında bulunan sarı satırlı atlas yastık gözüne ilişti. Yastığın üzerinde, koyu renk bir ibrişimle işlenmiş şu beyit vardı:

Cihanın cahına mağrur olup incitme insanı. (Dünyanın şaşasıyla gururlanıp incitme insanları)

Süleman-ı zaman olsan bırakırsın bu eyvanı (Zamanın Süleyman’ı da olsan bırakırsın bu dünyayı)

Atatürk, yazıyı okuduktan sonra durdu. Mazhar Müfit Bey'i çağırttı. Beyti ona okuttu. Mazhar Müfit:

''Paşa'm, bu sizin için yazılmış değil.'' deyince, Atatürk:

''Bu uyarı hepimiz için ve her şey için bir prensip olmalıdır.'' cevabını verdi.”

 

 -11-

Azizim Kaçıncı Maddedeyiz?

 Erzurum Kongresi sıralarındaki anıyı Mashar Müfit Kansu aktarıyor, yıl 1919 ve aylardan Temmuz;

“Süreyya Yiğit’in:

“Başarıya ulaştıktan sonra dahi iş bitmiyor Paşam, memleketin sonu gelmez çalışmaya ve devrimlere ihtiyacı var.”

Biçimindeki düşüncesi ile konu, memleketin sosyal bünyesine aktarıldı. Paşa vatanın kurtulmasından sonra Cumhuriyet ilanının şart olduğu hakkındaki düşünce ve inancını bir kere daha belirttikten sonra:

"Mazhar not defterin yanında mı?" diye sordu.

"Hayır Paşam…" dedim.

"Zahmet olacak ama. Bir merdiven inip çıkacaksın. Al gel." dedi.

Nerede ise sabah olacaktı. Fakat onun yanında iken dünya, gecesi gündüzü olmayan bir alemden ibaretti. Bundan dolayı, uyku ihtiyacı da yoktu. Hemen aşağıya indim. Not defterini alıp geldim.

O, hatıra defterime ve günü gününe her olayı not edişime hem memnun olur, hem de şaka yapmaktan kendisini alıkoyamazdı.

"Belleğimiz zayıfladığı zaman Mazhar Müfit’in defteri çok işimize yarayacak…" derdi.

Defteri getirdiğimi görünce, sigarasını birkaç nefes üst üste çektikten sonra:

“Ama bu defterin bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar gizli kalacak. Bir ben, bir Süreyya, birde sen bileceksin. Şartım bu…” dedi.

Süreyya’da, ben de:

"Buna emin olabilirsiniz Paşam." dedim.

Paşa, bundan sonra;

"Öyleyse, önce tarih koy!" dedi.

Koydum: 7-8 Temmuz 1919. Sabaha karşı.

Tarihi sayfanın üzerine yazdığımı görünce.

"Pekala… yaz!" diyerek devam etti.

"Zaferden sonra Hükümet biçimi Cumhuriyet. Bunu size daha önce de bir sorunuz üzerine söylemiştim. Bu bir.

İki: Padişah ve Hanedan hakkında zamanı gelince gereken işlem yapılacaktır.

Üç: Örtünmek kalkacaktır.

Dört: Fes kalkacak, uygar milletler gibi şapka giyilecektir."

Bu anda gayri ihtiyari kalem elimden düştü. Yüzüne baktım. O da benim yüzüme baktı. Bu gözlerin bir takılışta birbirine çok şey anlatan konuşuşuydu.

Paşa ile zaman zaman senli benli konuşmaktan çekinmezdim.

"Neden durakladın?"

"Darılma ama Paşam, sizin de hayal peşinde koşan taraflarınız var." dedim, gülerek:

"Bunu zaman gösterir. Sen yaz…" dedi. Yazmaya devam ettim:

"Beş: Latin harfleri kabul edilecek."

"Paşam yeter... Yeter…" dedim ve biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış bir insan davranışı ile:

"Cumhuriyet ilanını başarmış olalım da üst tarafı yeter!" diyerek, defterimi kapadım ve koltuğumun altına sıkıştırdım. İnanmayan bir adam davranışı ile:

"Paşam sabah oldu. Siz oturmaya devam edeceksiniz hoşça kalın…" diyerek yanından ayrıldım.

Gerçekten gün ağarmıştı. Süreyya (Yiğit) da benimle beraber odadan çıktı. Fakat burada ve bu anda olayların beni nasıl yalanladığını ve Mustafa Kemal’i doğruladığını, daha doğrusu Mustafa Kemal’in beni nasıl bir cümle ile susturduğunu ve utandırdığını açıklamalıyım.

Çankaya’da akşam yemeklerinde birkaç defa:

"Bu Mazhar Müfit yok mu, kendisine Erzurum’da örtünme kalkacak, şapka giyilecek, Latin harfleri kabul edilecek dediğim ve bunları not etmesini söylediğim zaman defterini koltuğunun altına almış ve bana hayal peşinde koştuğumu söylemişti."

Demekle kalmadı, bir gün önemli bir ders de verdi. Şapka devrimini açıklamış olarak Kastamonu’dan dönüyordu. Ankara’ya döndüğü anda otomobille eski Meclis binası önünden geçiyor, ben de kapı önünde bulunuyordum.

Manzarayı görünce gözlerime inanamadım. Kendisinin ve yanında oturan Diyanet İşleri Başkanı’nın başında birer şapka vardı. Kendisi neyse ne? Fakat kendisini karşılamaya gelenler arasında bulunan Diyanet İşleri Başkanına da şapkayı giydirmişti. Ben hayretle bu manzarayı seyrederken, otomobili durdurttu. Beni yanına çağırdı ve birden:

"Azizim Mazhar Müfit Bey, kaçıncı maddedeyiz? Notlarına bakıyor musun?" dedi.”

(Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, Mazhar Müfit Kansu, Türk Tarih Kurumu, 1997. ISBN: 975-16-0907-2. Sayfa:130-132)


-12-

Kardeşlerimle Kurtarmak Davası Yolundayım!

 12 Haziran 1922, Mustafa Kemal Paşa’nın bir misafiri vardır. Bu misafir İngiliz Generali Townshend’ır. Mustafa Kemal Paşa Townshend’ın; ‘siz Napolyon’a benziyorsunuz’ benzetmesini reddeder;

“Napolyon, arkasına bir sürü, çeşitli milliyetteki insanları toplayarak macera aramaya çıktı. Ve bunun içindir ki yarı yolda kaldı. Ben bir anadan, bir babadan gelen kardeşlerimle kendi vatanımı kurtarmak davası yolundayım. Ve bu kesinlikle başarılı olacağım!” cevabını verdi.

Mustafa Kemal Paşa’nın giriştiği mücadeleyi hayret ve takdirle karşılayan Townshend, kendisine karşısındaki düşmanın kudretini hatırlatmak isteyerek:

“Siz savaşmak durumunda olduğunuz düşmanın ne kadar güçlü olduğunu hesaba katmıyorsunuz. Bu düşmanın size her türlü araç ile oturduğunuz odadaki eşya, yemeğiniz ve her şeyinizle bir fenalık yapabilme olasılığı bile vardır” dedi. Mustafa Kemal Paşa gayet sakin bir duruşla:

“Evet, karşımdaki düşmanın çok kuvvetli olduğunu biliyorum. Fakat insaniyeti savunan kimseler ölümle tehdit edilmelerine rağmen ölmezler ve sonsuza kadar yaşarlar!” cevabını verdi. Sabaha karşı tartışmaların bitmesi üzerine büyük bir hayranlıkla Mustafa Kemal Paşa’dan ayrılan Townshend,  yanındaki memur Türk subayına:

“Ben şimdiye kadar 15 hükümdar ve cumhurbaşkanı ile özel ve resmi konuşmalar yaptım. Bu geceki kadar ezildiğimi hatırlamıyorum. Mustafa Kemal’de büyük bir ruh gücünün esrarı var” dedi.

(Tahsin Öztin, Mustafa Kemal’den Atatürk’e, İstanbul 1981, s. 64)

 

 -13-

Ağaç Değerlidir

 Bahçe mimarı Mevlüt Baysal anlatıyor:

Atatürk'ün Çankaya Köşkü'ndeki bahçesini yapıyordum. Bir gün Atatürk, yaveri ve ben bahçede dolaşıyorduk. Çok ihtiyar ve geniş bir ağacın Atatürk'ün geçeceği yolu kapadığını gördük. Ağacın bir yanı dik bir sırt, diğer yanı suyu çekilmiş bir havuzdu. Ata, havuz etrafındaki kısma yaslanarak karşı tarafa geçti. Derhal atıldım:

''Emrederseniz derhal keselim Paşam.'' Bir an yüzüme baktı, sonra:

''Sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin !''

 

 -14-

Adam Olmaktır Hocam!

Kılıç Ali anlatıyor:

İlk mecliste bir gün laiklik konusu konuşuluyordu. Gazi Mustafa Kemal Paşa o gün meclise başkanlık ediyordu. Meclisin tanınmış din âlimlerinden bir vatandaş kürsüye geldi. Alaycı bir tavırla:

 ''Arkadaşlar bir laikliktir gidiyor. Afedersiniz ben bu lağikliğin manasını anlamıyorum, nedir bu laiklik? '' diye söze başlarken riyaset makamında bulunan Mustafa Kemal Paşa dayanamamış, oturduğu yerden elini kürsüye vurarak:

''Adam olmaktır Hocam, adam olmak! '' diyerek Hoca efendinin sualini cevaplandırmıştır.

 

-15-

Ana Mezarı Başında Yemin

Gazi Mustafa Kemal Paşa, 27 Ocak günü trenden Karşıyakalılara hitaben bir konuşma yapmıştır. Gazi, Fevzi (Çakmak) Paşa ve Kazım (Karabekir) Paşa’larla birlikte Zübeyde Hanım’ın Ferik Osman Paşa Camisi bahçesindeki mezarını ziyarete gitmiştir. Gazi Paşa’nın orada söylediği ve Başyaver Salih Bey’in not tuttuğu “Egemenlik Andı” diye nitelendirebileceğimiz konuşmasında şunları söylemiştir:

‘Zavallı annem, bir zamanlar kurtuluşu bütün ulus için ülkü olmuş İzmir’in kutsal topraklarına vücudunu emanet etmiş bulunuyor. Ölüm yaradılışın en doğal bir yasasıdır. Böyledir ama yine de üzüntü verici belirtileri vardır. Burada yatan annem, zevkin, zorbalığın, bütün ulusu uçuruma götüren kanunsuz bir idarenin kurbanlarından biridir. Annemi kaybetmekten çok üzgünüm.

…Annemin yanına bıraktığım bir adamım vardı. Bu adamı Erzurum’dan İstanbul’a gönderdiğim zaman, annem bu adamın yalnız olarak geldiğinden haberdar olduğu an benim hakkımda halife ve padişah tarafından verilmiş olan idam kararının yerine getirildiğini zannetmiş ve bu yanlış kanı nedeniyle felç olmuştu. Ondan sonra bütün mücadele yıllarını sıkıntı ve acı içinde geçirmişti.

…Annemin mezarı önünde ve Tanrı’nın yüce katında söz verip and içiyorum ki, ulusumun bu kadar kan dökerek elde ettiği egemenliğin korunması ve savunulması için, gerekirse annemin yanına gitmekte gecikmeyeceğim, ulus egemenliği uğrunda canımı vermek, benim için vicdan borcu olsun, namus borcu olsun.”

(Salih Bozok, Cemil Bozok, Hep Atatürk’ün Yanında, Çağdaş Yayınları, İstanbul 1985, s. 211-213)

 

 -16-

Böyle Geçilir!

Salih Bozok anlatıyor:

“İngilizler Çanakkale'de Anafartalar Grubu'nu mağlup edip de cepheyi sökemeyince, yeni bir harekete giriştiler ve bu cepheyi sağdan çevirmek istediler. Düşmanın planını bozmak için Kireç Tepe'yi tutmak lazımdı. Hâlbuki oraya giden tek bir dar yol savaş gemileri tarafından makaslama ateş altına tutuluyordu. Her an gülleler korkunç patlayışlarla ortalığı alt üst ediyor, ölüm saçıyordu. Bir insanın değil, bir kurdun bile geçmesine imkân görülmüyordu. Kireç Tepe'yi tutmak emrini alan Türk subay ve askeri tereddüt içindeydiler; fırsat gözetiyorlardı. Fakat düşmanın ateşi bir an bile kesilmiyordu. Mustafa Kemal bu hali görünce siperlere koştu, askerin arasına karıştı ve sordu:

''Niçin geçmiyorsunuz? '' İçlerinden biri cevap verdi:

''Düşman ölüm saçıyor, geçilmez!'' Mustafa Kemal zerre kadar korku ve tereddüt göstermeden:

''Oradan böyle geçilir!'' dedi ve ileri fırladı. Mehmetçik artık durur mu? O da kumandanının arkasından ileri atıldı. Toz, duman, alev ve ölüm kasırgasını yaran askerler karşıya vardılar, tepeyi tuttular.”


-17-

Acele Edin!

Ölümünden otuz altı gün önce, Başbakan Celal Bayar, hastalığı süresince yaptığı hafta sonu ziyaretinde, beraberinde hazırlığı tamamlanmış üçüncü beş yıllık plan dosyasıyla gelir. Doktorlar, zaman alan ciddi konularla meşgul olmasını yasaklamışlardı. Başbakan, bir-iki temel konuda fikrini öğrenme ihtiyacındadır. En çok beş dakika için evet derler.  Bundan sonrasını Celal Bayar şöyle anlatır:

“Sanki hasta değil, rahat bir uykudan yeni kalkmış gibiydi. Elimdeki dosyanın ne olduğunu sordu:

“Üçüncü beş yıllık planın son şekli Atatürk” dedim. Eliyle işaret etti.

“Şöyle, yanıma otur anlat.”

Şezlongunu yükseltmelerini ve arkasına bir yastık konulmasını istedi. Göreceği yakınlıkta oturdum. Dinledikçe alakası artıyordu. Verilen beş dakika geçmişti. Genel sekreteri Hasan Rıza’nın bana bunu hatırlatmak için içeri girdiğini hissetti;

“Gel Soyak, sen de dinle, Başbakan çok güzel şeyler anlatıyor” dedi.

Sadece başlıkları okuyor, birkaç cümle ile o bahsi tamamlıyordum. Öğrenmek istediklerimi de öğrenmiştim. Yakın gelecekleri okurcasına:

“Ufukta yeni bir dünya savaşının bulutları var. Acele edin. Bunların çoğu ordu ve halk ihtiyaçları için şart olan tesisler, Allah muvaffak etsin acele edin’ dedi.”

Bunları söyleyen insan birkaç gün önce komadan çıkmıştı. Sağlığı ile ilgili bir tek kelime etmedi.”

(Cemal Kutay, Atatürk Olmasaydı, İstanbul 1998, s. 91.)

 

Saygı, minnet ve özlemle… Çok özlendin Atam.

E.E

 

 

 

 

 

 

 

 

Kaynaklar:

İşte Atatürk – Anılar (web)

Tahsin Öztin, Mustafa Kemal’den Atatürk’e, İstanbul 1981

Cemal Kutay, Atatürk Olmasaydı, İstanbul 1998

Murat Çelik,  Atatürk'ün Tüylerinizi Diken Diken Edecek ve Gururla Okuyacağınız Az Bilinen Anıları, Onedio, Son Güncelleme: 30.08.2019 - 09:50

Falih Rıfkı Atay, Babamız Atatürk, 2. Baskı, İstanbul 1966

Salih Bozok, Cemil Bozok, Hep Atatürk’ün Yanında, Çağdaş Yayınları, İstanbul 1985

Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, Mazhar Müfit Kansu, Türk Tarih Kurumu, 1997

 

Yorumlar

  1. Canım Atam ❤

    YanıtlaSil
  2. Tanrının Türk halkına armağanı Sarı saçlı mavi gözlü M.KEMAL ATATÜRK.. 🙏💙🇹🇷

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

YAŞASIN CUMHURİYET!

ÇAĞIRMA BENİ

TEK TEK UNUTMALI (podcast)