ATATÜRK'ÜN AZ BİLİNEN ANILARI
-1-
Genelgeyle
Devrim Olmaz!
1924 yılının ilkbaharıdır. Erzurum ve Pasinler'de depremde
birçok köyün evleri yıkılmıştır. Zarar gören halkla görüşmek için Pasinler'e
gelen Atatürk, halkın içinde ihtiyar bir köylüye yaklaşır:
''Depremde çok zarar gördün mü, baba?'' diye
sorar. Atatürk, ihtiyarın şüphesini görünce tekrar sorar:
''Hükümet sana kaç lira verse, zararını karşılayabilirsin?'' İhtiyar,
Kürt şivesiyle:
''Valle Padişah bilir!'' der. Atatürk gülümser, yumuşak
bir sesle:
''Baba, Padişah yok; onları siz kaldırmadınız mı? Söyle bakalım
zararın ne? '' ihtiyar tekrar eder:
''Padişah bilir!'' Bu cevap karşısında kaşları
çatılan Atatürk, Kaymakam'a döner:
''Siz daha devrimi yaymamışsınız.'' der. Bu
sırada görevini yapmış olma hissiyatıyla ortaya atılan tahrirat kâtibi:
''Köylere genelge yolladık Paşam.'' der.
Atatürk'ün soğukkanlı öfkesi daha da belirginleşir.
''Oğlum'' der, ''Genelgeyle devrim olmaz!...''
(Ahmet
Hidayet Reel aktarımıyla)
-2-
Büyük Adam
10 Kasım 1938, İstanbul Üniversitesi'nde saat 9'u 5 geçe
gerçekleşen acı haber duyulmuş... Hukuk Fakültesi’nde bir Alman Profesör de duymuş, şaşırmıştır. Derse girsin mi, girmesin mi, bir türlü karar verememektedir.
O sırada aklına rektöre müracaat etmek gelir. Kalkar, yanına gider. Aralarında
şu konuşma geçer:
''Efendim, mütereddidim. Acaba ne yapsam? ''
''Sizde büyük bir adam ölünce ne yaparlarsa, onu yapın.'' İşte
o zaman Alman profesör kollarını iki yana sarkıtarak:
''Bizde bu kadar büyük bir adam ölmedi ki....''der.
-3-
Türk
Kadınlarının Fazileti
Muallimlerin Ankara’da bir toplantısı vardır, Bu toplantıya birkaç
kadın muallim de katılacaktır. Muallim kadınların toplantıda olmalarını hoş
görmeyen meclisin sarıklıları Gazi'ye şikâyete giderler. Gazi kızarak:
''Kimmiş muallimler cemiyet reisi? Çağırın onu!'' der.
Mazhar Müfit birkaç dakika sonra içeri girince gürleyen bir sesle ona çıkışır:
''Siz, Muallimler içtimada ne yapmışsınız? Ne ayıp şey bu?'' Mazhar
Müfit şaşakalır. Gazi'den beklemediği bu tepki ve orada bulunan diğer
insanların alaycı tavrı karşısında ne diyeceğini bilemez. Sarıklılar muzaffer bir beşaretle gülmektedir.
Sarıklılar neşe içinde iken, Gazi'nin sesi hep aynı tonda devam eder:
''Olur şey değil, olur şey değil! Mazhar Müfit
hala ayaktadır ve şaşkınlıkla:
''Efendim vallahi...''
''Bırak bırak, ben hepsini biliyorum; içtimaya muallime hanımları
da çağırdınız. Fakat onları niye ayrı sıralara oturttunuz? Sizin kendinize mi
itimadınız yok, Türk hanımlarının faziletine mi? Bir daha öyle ayrılık gayrılık
görmeyeyim, anladınız mı ?''
Namus
Mustafa Kemal genç bir subaydır. Çerkezlerin oturduğu
Kutaytara’nın doğusundaki bir köye gider. Çerkezler onu ve yanındakileri
soygunculardan sanarak iyi karşılamazlar. Bir müddet sonra anlarlar ki, bunlar
dertlerini dinlemeye, kendilerine iyilik yapmaya gelmişlerdir, hemen anlaşırlar.
Köy ileri gelenlerinden biri der ki:
“Siz
ne derseniz yaparız, fakat bizi ezen devletin istediğini yapmayız.”
Birkaç gün içinde, bu köye hücum eden bir kolağası ve kuvvetlerini
köylüler kuşatırlar, öldürmek üzeredirler. Mustafa Kemal biraz arkadadır, tam
zamanında yetişir. Köylüler onu görünce etrafını sarar, kolağasını ona
bağışlarlar.
Birlik başındakiler yine bir hayli para toplamışlardır. Mustafa
Kemal’e de hisse teklif ederler. Onun için böyle bir konu mevzubahis bile
değildir. Maddi çıkarlar karşısında
küçülenlerden olmamıştır, olmayacaktır. Mustafa Kemal, kararlı bir tavır ile vurgundan
pay alıp almamakta tereddüt eden arkadaşına sorar:
“Bugünün
adamı mı olmak istiyorsun, yoksa yarının mı?”
“Elbette
yarının adamı olmak isterim.”
“Öyleyse
hisse alamazsın, ben de almadım ve almam.”
O sırada alayında bulunanlara da şöyle seslenir:
“Arkadaşlar,
ben namuslu askerim. Benimle arkadaş olmak isteyenlerin de namuslu olmaları
gerekir.”
(Falih
Rıfkı Atay, Babamız Atatürk, 2. Baskı, İstanbul 1966, s.18-19)
Yurdumun
Toprağı Temizdir
Kral Edward İstanbul'a geldiği zaman, yatından bir motora binerek
Dolmabahçe Sarayı'na yanaşır. Atatürk de rıhtımda onu beklemektedir. Deniz
dalgalı olduğundan, kralın bindiği motor, sürekli inip çıkmaktadır. İmparator
rıhtıma çıkmak istediği bir sırada, eli yere değerek tozlanır.
O sırada Atatürk elini uzatmış bulunduğundan, kral da ona elini
uzatmadan önce mendiline silmek ister, ama Atatürk hemen devreye girer:
''Yurdumun toprağı temizdir, o elinizi kirletmez.'' diyerek
kralı elinden tutup rıhtıma çıkarır.
Selanik’ten
Geleceğe Bakış
Bulgar Türkoloğu İvan Manolof, Meşrutiyetten bir iki yıl önce
Selanik’te Mustafa Kemal’den Türk devrimine ait düşüncelerini dinler. Yarınki
Türkiye’yi heyecanla anlatan Mustafa Kemal Manolof’a demiştir ki;
“Bir gün
gelecek, ben hayal zannettiğiniz bütün bu devrimleri başaracağım. Ait olduğum
millet, bana inanacaktır. Düşündüklerim hiçbir demagoji ürünü değildir. Bu
millet, gerçeği görünce, arkasında tereddütsüz yürür. Dava uğrunda ölmesini
bilir. Saltanat, yıkılmalıdır. Devlet yapısı, uygun bir unsura dayanmalıdır.
Din ve devlet birbirinden ayrılmalı, doğu medeniyetinden benliğimizi sıyırarak
batı medeniyetine aktarılmalıyız. Kadın ve erkek arasındaki farklar silinerek
yeni bir sosyal düzen kurmalıyız. Batı medeniyetine girebilmemize engel olan
yazıyı atarak, Latin kökünden bir alfabe seçmeli, kılık kıyafetimize kadar, her
şeyimizde batılılara uymalıyız. Emin olunuz ki, bunların hepsi, bir gün
olacaktır.”
(18 Ağustos 1948 Cumhuriyet, Arif Necip Kaskatı)
Yirmi Dokuz Yaşında, Kolağası Mustafa Kemal’den ilk Yenilik
“1910 yılındayız. Beşinci Kolordu Genel Kurmayına bağlı Kolağası
Mustafa Kemal de Selanik’te bulunuyor. Beşinci Kolorduya mensup 38. Merkez
Alayı Kumandanı Miralay Sadettin Bey tedavi için İstanbul’a gidiyor ve izin
alıyor.
Sadettin Bey’in kimi vekil bırakacağını herkes merak etmekteydi.
Biz ve kumandanlar bu merak içinde iken hayretle gördük ve öğrendik ki,
Kolağası Mustafa Kemal kendisine vekillik edecektir. Hayret ettik. Çünkü
Mustafa Kemal kıdemli yüzbaşı idi, hâlbuki kendisinden çok üstün rütbede
olanlar vardı.
Büyük rütbeli subayların bu hayretleri çabuk geçti ve yerine büyük
bir merak başladı. Mustafa Kemal, kendisini son derece sevdirmişti. Onun bazı
jestleri, herkesi kendisine bağlamıştı. Şimdi, onun işbaşına geçmesini merak
ediyorduk.
Alayın teslim alınış gününü, tarihimizin mühim bir dönüm noktası
olarak kabul etmemiz lâzımdır. O gün Atatürk beyaz bir ata binerek gelmişti.
Bütün gözler onda idi. Alayın önünde kılıcını çekerek selâm vaziyeti aldı.
Sonra atından hızla yere atladı, şimdi;
Selâmünaleyküm asker, demesini bekliyorduk. Fakat hiç
beklemediğimiz bir durum ortaya geldi.
“Merhaba
asker...”
Bu, ilk defa meydana gelen olay idi. Askerler nasıl karşılık
vereceklerini bilemiyorlardı. Bu birkaç saniyelik sessizliği, İstanbullu
askerler doldurdular:
“Merhaba
beyim.”
Ordu, ilk defa bir kumandandan “Merhaba Asker” selamını alıyordu.
Mustafa Kemal, alayı teslim aldıktan sonra sert bir sesle rahat emrini veriyor.
Sonra bölük kumandanlarından birisi yaklaşıyor. Bölüğünü derin kol ile hareket
ettirerek takım kolunda kendisine cephe almak üzere sevk etmesini emrediyor.
O zaman orduda birçok alaylı kumandanlar vardı. Çoğu askeri
yönetmeliğin birçok maddelerini bilmiyor ve hatta tatbik edemiyorlardı. Mustafa
Kemal, tam fırsatını bulmuştu.
Verdiği emrin tatbik edilmediğini tahmin edebilirsiniz. Gedikli ve
alaylı kumandanlar, emri bile anlayamamışlardı.
Mustafa Kemal kaşlarını çattı ve yüksek bir sesle bölük
kumandanlarına:
“Subay
adayı yetiştiren ordugâh Vaytmanı (talimgah)” emrini
verdi.
O zaman orduyu düzenleme için Almanya’dan getirilen ve Selanik’te
bulunan talimgâhta, bu gibi alaylı ve yetersiz subayların eğitimiyle meşgul
olunuyordu.
Mustafa Kemal bir saat içinde bütün alayı ve yetersiz bölük
kumandanlarını ayırmış ve hepsini talimgâha yollamıştı.
Yaptığı bu ayrımda, Üsteğmen rütbesine kadar çıktı. Mustafa Kemal,
kendi rütbesinden üstün rütbe taşıyanlara aynı davranış da bulunmamış, bu
şekilde alay kumandanı vekâleti vazifesini, rütbesine yakışır bir jestle idare
etmiş, kendi rütbesinden üstün rütbede olanlara karşı da saygı göstermiştir.
Üsteğmen rütbesine kadar ordunun Raşit ağaları, Mehmet ağaları, geri
hizmetlerde ve mekkâre (orduda levazımatı taşıma ve koruma)
alaylarında görevlendirilmek üzere talimgâha göndermiş, yerlerine ehliyetli
subaylar almıştı.
Mustafa Kemal, alay kumandan vekâleti vazifesini üzerine aldığı
iki ay içinde 13 üncü fırkaya bağlı 38 inci alayın manevra kabiliyetini kat kat
arttırmış, üç alaya karşı tek alayla yaptığı manevrada hayret verici sonuç
alarak galip gelmişti.”
Geçmiş
Olsun
''Ekselans, biz Türkleri çok severiz. O kadar çok ki, vaktiyle
Cihan Harbi’nin sonunda Lloyd George Batı Anadolu'yu Yunanistan'a teklif
etmeden evvel bize teklif etmişti. Fakat biz Yugoslavlar, Türkleri çok
sevdiğimiz için George'un bu önerisini kabul edip Anadolu seferine çıkmadık.''
Atatürk, Kral'ın bu sözlerine şu cevabı verir:
''Haşmetmeap, evvela bize karşı olan sevginize teşekkür ederiz.
Sonra büyük geçmiş olsun!''
-9-
Onur ile
Alınan Yol
Mustafa Kemal Birinci Dünya Savaşı başladığı zaman Türk Ordusunda
Alman subaylarına önemli görevler verilmesinin karşısındaydı. Alman Mareşali
Falkenhayn bu gibilerini itirazdan vazgeçirmek için çeşitli usullere
başvurmaktadır. Bu sırada Mustafa Kemal Paşa’nın Yedinci Ordu Kumandanlığına
hareket edeceği gece, İstanbul Akaretler’deki 74 numaralı eve Alman Mareşalinin
karargâhında memur olan bir Türk kurmay subayı ile genç bir Alman subayı
gelirler. Ufak sandıklar içinde bazı şeyler getirmişlerdir. Paşa sorar:
“Bunlar
nedir?“
Alman subay cevap verir.
“İstanbul’dan ayrılıyorsunuz; size Mareşal Falkenhayn bir miktar altın
göndermiştir.”
“Bu
paralar yanlış gelmiş. Ordunun Levazım Başkanlığına gönderilmesi lazımdı.”
“Efendim,
o da başka...” Mustafa Kemal paranın ne kadar olduğunu
anladıktan sonra, Alman subayının önünde, onları teslim aldığına dair senet
imzalar, fakat Alman subayı bunu kabul etmez; o zaman Paşa Türk subayına
emreder:
“Bu subay, senedi alıp
Mareşale versin ve siz de paraları gelip alması için Levazım Başkanlığına haber
gönderiniz..."
Bir kaç ay sonra Mustafa Kemal Paşa Yedinci Ordu Kumandanlığını,
vekil olarak Ali Rıza Paşa’ya bırakmış, ayrılmıştır; altınları da ona
teslim ederek makbuz almıştır. Bu makbuzu iki yaverine verir ve emreder;
“Mareşal
Falkenhayn’e gidiniz; kendisini görünüz; bu makbuzu vererek benim imzamın
bulunduğu evrakı ondan alınız!” Mareşal Falkenhayn yaverine:
“Mustafa
Kemal Paşa’ya böyle bir para verdiğimi hatırlamıyorum; bende imzalı senedinin
bulunduğunu da bilmiyorum. Bunun için Ali Rıza imzalı evrakı da kabul edemem!” dedi.
Mustafa Kemal Paşa şu haberi yollar;
“Verdiğiniz
altınlar olduğu gibi duruyor; onlar için size senet verilmiştir. Sizde böyle
bir senedin bulunmayışı altınları yok edemez. Belgeyi kaybetmiş olabilirsiniz;
o halde verdiğiniz altınları size iade edeceğiz; aldığınıza dair siz bize
makbuz veriniz! Ben altın için, memleket çıkarlarına göz yumacak insanlardan
değilim. Paralarınız duruyor, fakat onlardan daha kıymetli olan Mustafa Kemal
imzası sizde kalamaz!”
İki subay, bir saat sonra senedi alıp dönmüşlerdir.
(Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan
2009)
Herkes
için Prensip
Muzaffer Kılıç anlatıyor:
“Erzurum'dan kongre için Sivas'a geldiğimizde, Mustafa Kemal'in
karargahı olarak, Sivas lisesini hazırlamışlardı. Paşa, kendisine hazırlanan
odaları dolaşırken, yatak odasında, karyolanın arkasında bulunan sarı satırlı
atlas yastık gözüne ilişti. Yastığın üzerinde, koyu renk bir ibrişimle işlenmiş
şu beyit vardı:
Cihanın cahına mağrur olup incitme insanı. (Dünyanın
şaşasıyla gururlanıp incitme insanları)
Süleman-ı zaman olsan bırakırsın bu eyvanı (Zamanın
Süleyman’ı da olsan bırakırsın bu dünyayı)
Atatürk, yazıyı okuduktan sonra durdu. Mazhar Müfit Bey'i
çağırttı. Beyti ona okuttu. Mazhar Müfit:
''Paşa'm, bu sizin için yazılmış değil.'' deyince,
Atatürk:
''Bu uyarı hepimiz için ve her şey için bir prensip
olmalıdır.'' cevabını verdi.”
Azizim Kaçıncı
Maddedeyiz?
“Süreyya Yiğit’in:
“Başarıya
ulaştıktan sonra dahi iş bitmiyor Paşam, memleketin sonu gelmez çalışmaya ve
devrimlere ihtiyacı var.”
Biçimindeki düşüncesi ile konu, memleketin sosyal bünyesine
aktarıldı. Paşa vatanın kurtulmasından sonra Cumhuriyet ilanının şart olduğu
hakkındaki düşünce ve inancını bir kere daha belirttikten sonra:
"Mazhar
not defterin yanında mı?" diye sordu.
"Hayır
Paşam…" dedim.
"Zahmet
olacak ama. Bir merdiven inip çıkacaksın. Al gel." dedi.
Nerede ise sabah olacaktı. Fakat onun yanında iken dünya, gecesi
gündüzü olmayan bir alemden ibaretti. Bundan dolayı, uyku ihtiyacı da yoktu.
Hemen aşağıya indim. Not defterini alıp geldim.
O, hatıra defterime ve günü gününe her olayı not edişime hem
memnun olur, hem de şaka yapmaktan kendisini alıkoyamazdı.
"Belleğimiz
zayıfladığı zaman Mazhar Müfit’in defteri çok işimize yarayacak…" derdi.
Defteri getirdiğimi görünce, sigarasını birkaç nefes üst üste
çektikten sonra:
“Ama bu defterin
bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar gizli kalacak. Bir ben, bir
Süreyya, birde sen bileceksin. Şartım bu…” dedi.
Süreyya’da, ben de:
"Buna
emin olabilirsiniz Paşam." dedim.
Paşa, bundan sonra;
"Öyleyse,
önce tarih koy!" dedi.
Koydum: 7-8 Temmuz 1919. Sabaha karşı.
Tarihi sayfanın üzerine yazdığımı görünce.
"Pekala…
yaz!" diyerek devam etti.
"Zaferden
sonra Hükümet biçimi Cumhuriyet. Bunu size daha önce de bir sorunuz üzerine
söylemiştim. Bu bir.
İki:
Padişah ve Hanedan hakkında zamanı gelince gereken işlem yapılacaktır.
Üç:
Örtünmek kalkacaktır.
Dört:
Fes kalkacak, uygar milletler gibi şapka giyilecektir."
Bu anda gayri ihtiyari kalem elimden düştü. Yüzüne baktım. O da
benim yüzüme baktı. Bu gözlerin bir takılışta birbirine çok şey anlatan
konuşuşuydu.
Paşa ile zaman zaman senli benli konuşmaktan çekinmezdim.
"Neden
durakladın?"
"Darılma
ama Paşam, sizin de hayal peşinde koşan taraflarınız var." dedim,
gülerek:
"Bunu
zaman gösterir. Sen yaz…" dedi. Yazmaya devam ettim:
"Beş:
Latin harfleri kabul edilecek."
"Paşam
yeter... Yeter…" dedim ve biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış
bir insan davranışı ile:
"Cumhuriyet
ilanını başarmış olalım da üst tarafı yeter!" diyerek,
defterimi kapadım ve koltuğumun altına sıkıştırdım. İnanmayan bir adam
davranışı ile:
"Paşam
sabah oldu. Siz oturmaya devam edeceksiniz hoşça kalın…" diyerek
yanından ayrıldım.
Gerçekten gün ağarmıştı. Süreyya (Yiğit) da benimle beraber odadan
çıktı. Fakat burada ve bu anda olayların beni nasıl yalanladığını ve Mustafa
Kemal’i doğruladığını, daha doğrusu Mustafa Kemal’in beni nasıl bir cümle ile
susturduğunu ve utandırdığını açıklamalıyım.
Çankaya’da akşam yemeklerinde birkaç defa:
"Bu
Mazhar Müfit yok mu, kendisine Erzurum’da örtünme kalkacak, şapka giyilecek,
Latin harfleri kabul edilecek dediğim ve bunları not etmesini söylediğim zaman
defterini koltuğunun altına almış ve bana hayal peşinde koştuğumu
söylemişti."
Demekle kalmadı, bir gün önemli bir ders de verdi. Şapka devrimini
açıklamış olarak Kastamonu’dan dönüyordu. Ankara’ya döndüğü anda otomobille
eski Meclis binası önünden geçiyor, ben de kapı önünde bulunuyordum.
Manzarayı görünce gözlerime inanamadım. Kendisinin ve yanında
oturan Diyanet İşleri Başkanı’nın başında birer şapka vardı. Kendisi neyse ne?
Fakat kendisini karşılamaya gelenler arasında bulunan Diyanet İşleri Başkanına
da şapkayı giydirmişti. Ben hayretle bu manzarayı seyrederken, otomobili
durdurttu. Beni yanına çağırdı ve birden:
"Azizim
Mazhar Müfit Bey, kaçıncı maddedeyiz? Notlarına bakıyor musun?" dedi.”
(Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, Mazhar Müfit Kansu,
Türk Tarih Kurumu, 1997. ISBN: 975-16-0907-2. Sayfa:130-132)
-12-
Kardeşlerimle
Kurtarmak Davası Yolundayım!
“Napolyon,
arkasına bir sürü, çeşitli milliyetteki insanları toplayarak macera aramaya
çıktı. Ve bunun içindir ki yarı yolda kaldı. Ben bir anadan, bir babadan gelen
kardeşlerimle kendi vatanımı kurtarmak davası yolundayım. Ve bu kesinlikle
başarılı olacağım!” cevabını verdi.
Mustafa Kemal Paşa’nın giriştiği mücadeleyi hayret ve takdirle
karşılayan Townshend, kendisine karşısındaki düşmanın kudretini hatırlatmak
isteyerek:
“Siz
savaşmak durumunda olduğunuz düşmanın ne kadar güçlü olduğunu hesaba
katmıyorsunuz. Bu düşmanın size her türlü araç ile oturduğunuz odadaki eşya,
yemeğiniz ve her şeyinizle bir fenalık yapabilme olasılığı bile vardır” dedi.
Mustafa Kemal Paşa gayet sakin bir duruşla:
“Evet,
karşımdaki düşmanın çok kuvvetli olduğunu biliyorum. Fakat insaniyeti savunan
kimseler ölümle tehdit edilmelerine rağmen ölmezler ve sonsuza kadar yaşarlar!” cevabını
verdi. Sabaha karşı tartışmaların bitmesi üzerine büyük bir hayranlıkla Mustafa
Kemal Paşa’dan ayrılan Townshend, yanındaki memur Türk subayına:
“Ben
şimdiye kadar 15 hükümdar ve cumhurbaşkanı ile özel ve resmi konuşmalar yaptım.
Bu geceki kadar ezildiğimi hatırlamıyorum. Mustafa Kemal’de büyük bir ruh
gücünün esrarı var” dedi.
(Tahsin Öztin, Mustafa Kemal’den Atatürk’e, İstanbul 1981, s. 64)
Ağaç
Değerlidir
Atatürk'ün Çankaya Köşkü'ndeki bahçesini yapıyordum. Bir gün
Atatürk, yaveri ve ben bahçede dolaşıyorduk. Çok ihtiyar ve geniş bir ağacın
Atatürk'ün geçeceği yolu kapadığını gördük. Ağacın bir yanı dik bir sırt, diğer
yanı suyu çekilmiş bir havuzdu. Ata, havuz etrafındaki kısma yaslanarak karşı
tarafa geçti. Derhal atıldım:
''Emrederseniz derhal keselim Paşam.'' Bir
an yüzüme baktı, sonra:
''Sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin !''
Adam
Olmaktır Hocam!
Kılıç Ali anlatıyor:
İlk mecliste bir gün laiklik konusu konuşuluyordu. Gazi Mustafa Kemal
Paşa o gün meclise başkanlık ediyordu. Meclisin tanınmış din âlimlerinden bir
vatandaş kürsüye geldi. Alaycı bir tavırla:
''Arkadaşlar bir laikliktir gidiyor. Afedersiniz ben bu
lağikliğin manasını anlamıyorum, nedir bu laiklik? '' diye
söze başlarken riyaset makamında bulunan Mustafa Kemal Paşa dayanamamış,
oturduğu yerden elini kürsüye vurarak:
''Adam olmaktır Hocam, adam olmak! '' diyerek
Hoca efendinin sualini cevaplandırmıştır.
-15-
Ana Mezarı
Başında Yemin
Gazi Mustafa Kemal Paşa, 27 Ocak günü trenden Karşıyakalılara
hitaben bir konuşma yapmıştır. Gazi, Fevzi (Çakmak) Paşa ve Kazım (Karabekir)
Paşa’larla birlikte Zübeyde Hanım’ın Ferik Osman Paşa Camisi bahçesindeki
mezarını ziyarete gitmiştir. Gazi Paşa’nın orada söylediği ve Başyaver Salih
Bey’in not tuttuğu “Egemenlik Andı” diye nitelendirebileceğimiz konuşmasında
şunları söylemiştir:
“‘Zavallı
annem, bir zamanlar kurtuluşu bütün ulus için ülkü olmuş İzmir’in kutsal
topraklarına vücudunu emanet etmiş bulunuyor. Ölüm yaradılışın en doğal bir
yasasıdır. Böyledir ama yine de üzüntü verici belirtileri vardır. Burada yatan
annem, zevkin, zorbalığın, bütün ulusu uçuruma götüren kanunsuz bir idarenin
kurbanlarından biridir. Annemi kaybetmekten çok üzgünüm.
…Annemin
yanına bıraktığım bir adamım vardı. Bu adamı Erzurum’dan İstanbul’a gönderdiğim
zaman, annem bu adamın yalnız olarak geldiğinden haberdar olduğu an benim
hakkımda halife ve padişah tarafından verilmiş olan idam kararının yerine
getirildiğini zannetmiş ve bu yanlış kanı nedeniyle felç olmuştu. Ondan sonra
bütün mücadele yıllarını sıkıntı ve acı içinde geçirmişti.
…Annemin
mezarı önünde ve Tanrı’nın yüce katında söz verip and içiyorum ki, ulusumun bu
kadar kan dökerek elde ettiği egemenliğin korunması ve savunulması için,
gerekirse annemin yanına gitmekte gecikmeyeceğim, ulus egemenliği uğrunda
canımı vermek, benim için vicdan borcu olsun, namus borcu olsun.”
(Salih Bozok, Cemil Bozok, Hep
Atatürk’ün Yanında, Çağdaş Yayınları, İstanbul 1985, s. 211-213)
Böyle
Geçilir!
Salih Bozok anlatıyor:
“İngilizler Çanakkale'de Anafartalar Grubu'nu mağlup edip de
cepheyi sökemeyince, yeni bir harekete giriştiler ve bu cepheyi sağdan çevirmek
istediler. Düşmanın planını bozmak için Kireç Tepe'yi tutmak lazımdı. Hâlbuki
oraya giden tek bir dar yol savaş gemileri tarafından makaslama ateş
altına tutuluyordu. Her an gülleler korkunç patlayışlarla ortalığı alt üst
ediyor, ölüm saçıyordu. Bir insanın değil, bir kurdun bile geçmesine imkân
görülmüyordu. Kireç Tepe'yi tutmak emrini alan Türk subay ve askeri tereddüt
içindeydiler; fırsat gözetiyorlardı. Fakat düşmanın ateşi bir an bile
kesilmiyordu. Mustafa Kemal bu hali görünce siperlere koştu, askerin arasına
karıştı ve sordu:
''Niçin geçmiyorsunuz? '' İçlerinden
biri cevap verdi:
''Düşman ölüm saçıyor, geçilmez!'' Mustafa
Kemal zerre kadar korku ve tereddüt göstermeden:
''Oradan böyle geçilir!'' dedi ve
ileri fırladı. Mehmetçik artık durur mu? O da kumandanının arkasından ileri
atıldı. Toz, duman, alev ve ölüm kasırgasını yaran askerler karşıya vardılar,
tepeyi tuttular.”
-17-
Acele
Edin!
Ölümünden otuz altı gün önce, Başbakan Celal Bayar, hastalığı
süresince yaptığı hafta sonu ziyaretinde, beraberinde hazırlığı tamamlanmış
üçüncü beş yıllık plan dosyasıyla gelir. Doktorlar, zaman alan ciddi konularla
meşgul olmasını yasaklamışlardı. Başbakan, bir-iki temel konuda fikrini öğrenme
ihtiyacındadır. En çok beş dakika için evet derler. Bundan sonrasını
Celal Bayar şöyle anlatır:
“Sanki hasta değil, rahat bir uykudan yeni kalkmış gibiydi. Elimdeki
dosyanın ne olduğunu sordu:
“Üçüncü
beş yıllık planın son şekli Atatürk” dedim. Eliyle işaret etti.
“Şöyle,
yanıma otur anlat.”
Şezlongunu yükseltmelerini ve arkasına bir yastık konulmasını
istedi. Göreceği yakınlıkta oturdum. Dinledikçe alakası artıyordu. Verilen beş
dakika geçmişti. Genel sekreteri Hasan Rıza’nın bana bunu hatırlatmak için
içeri girdiğini hissetti;
“Gel
Soyak, sen de dinle, Başbakan çok güzel şeyler anlatıyor” dedi.
Sadece başlıkları okuyor, birkaç cümle ile o bahsi tamamlıyordum.
Öğrenmek istediklerimi de öğrenmiştim. Yakın gelecekleri okurcasına:
“Ufukta
yeni bir dünya savaşının bulutları var. Acele edin. Bunların çoğu ordu ve halk
ihtiyaçları için şart olan tesisler, Allah muvaffak etsin acele edin’ dedi.”
Bunları söyleyen insan birkaç gün önce komadan çıkmıştı. Sağlığı
ile ilgili bir tek kelime etmedi.”
(Cemal Kutay, Atatürk Olmasaydı, İstanbul 1998, s. 91.)
Saygı, minnet ve özlemle… Çok özlendin Atam.
E.E
Kaynaklar:
İşte Atatürk – Anılar (web)
Tahsin Öztin, Mustafa Kemal’den Atatürk’e, İstanbul 1981
Cemal Kutay, Atatürk Olmasaydı, İstanbul 1998
Murat Çelik, Atatürk'ün Tüylerinizi Diken Diken Edecek ve Gururla Okuyacağınız Az
Bilinen Anıları, Onedio, Son Güncelleme: 30.08.2019 - 09:50
Falih Rıfkı Atay, Babamız Atatürk, 2. Baskı, İstanbul 1966
Salih Bozok, Cemil Bozok, Hep
Atatürk’ün Yanında, Çağdaş Yayınları, İstanbul 1985
Erzurum’dan Ölümüne Kadar
Atatürk’le Beraber, Mazhar Müfit Kansu, Türk Tarih Kurumu, 1997
Canım Atam ❤
YanıtlaSil💙
SilTanrının Türk halkına armağanı Sarı saçlı mavi gözlü M.KEMAL ATATÜRK.. 🙏💙🇹🇷
YanıtlaSilSaygı ve minnetle 🙏 Değerli katkınız için teşekkürler.
Sil💙
Sil