İNSANOĞLU KAÇ YAŞINDA?


 

Üzerinde uyuduğumuz, yürüyüşler yaptığımız, evler, gökdelenler kondurduğumuz, düğünler yaptığımız, sofralar kurduğumuz, ölenlerimize ağladığımız, onları sinesine emanet ettiğimiz yegâne evimiz Dünya. Yaşlı, çoğu zaman güzel, bazen korkutucu bazen de sadece çılgınca dönüp duran, ritmi, frekansı, kendine ait diğer bütünün de parçası, şaheserin bir kısmı; görünen, bilinenden çok daha fazlası canım Dünya.

Geçen günlerde babamla E5’te trafikteyiz. “Ne çok bina, ne çok araba ve ne çok insan var değil mi?” dediğimde bana demişti ki, “evet, çok bina var ama insanlar Dünyadan aldıklarını dönüştürüp inşaatları yapıyorlar, bu sadece tuhaf bir değişim, düşündüğünde Dünya ağırlığından hiçbir şey kaybetmiyor. Değişmeyen bir şey var yani, ağırlık!” Oldukça çarpıcı bir yaklaşımdı, değişmeyen tek şey ağırlıktı gerçekten. Kondurduğumuz her bina ne denli büyük olursa olsun dünyanın kendi kaynaklarından üretilenlerle yapılıyordu ve bu bakış açısının ucuna takılıp, geçmişe-geleceğe gittiğimde bu halimiz, oldukça garip gelivermişti. Gezegenimize eziyet ediyorduk ve gerçek olan şeyse, diğer yaptıklarımızı düşününce bu en masum olanıydı belli ki. Asında bugüne kadar yapılanlar hep öylesine büyüktü ki, betonlaşma halay başı gibiydi. Babam haklıydı, eninde sonunda toprağa, Dünyanın kendi yorganına sığınıyorduk, alırken de, verirken de. Emindik ki, nasıl olsa o bizi dönüştürecekti. Doğanın tam kucağında, bir başka türlü canlının minnettar olduğu hale dönüşecektik, üstelik yavaş yavaş ve dengede. Aslında bütün sihir de buradaydı, doğal yolla dönüşen her şey Dünyanın ta kendisine aitken, zoraki süreçlerle olan değişimleri eninde sonunda üstünden atardı. Çünkü onun hafızası da şunu biliyordu: Onun doğallığı bozulduğunda ait olduğu sistem de onu silkeleyecekti. Bu silkelenme bir dengeyi şaşırtacağından daha büyük sistem de Güneş Sistemini silkelerdi belki. Bu bir silsileydi, kendi ahenginde ve dengeli bir silsile. 4,5 milyar yaşının deneyimi az olmazdı, olamazdı ki; haklıydı. Bütünün hayrına yapılması gereken ne varsa yapacaktı, önemli olan buydu.

4,5 milyar yaşında olmak… Çok büyük bir saygıyı hak etmiyor mu? Vay be! Bu kadar görmüş geçirmişlik ve döngü. İnsanın bildiğimizi sandığımız tarihi ise yalnızca 11 bin yaşında. Yani bu demek oluyor ki, bilmediğimiz 4 milyar 499 milyon 989 bin yıl var. Bu kısma tekrar dönüş yapacağım ama önce biraz çerçevemizi daraltarak düşünmek arzusundayım. Yoksa bir yazıyla ve sesli düşünerek bunca bilinmeyen milyarlık dönemin altından kalkamayacağız :)

Arı kovanları ve onların hayatı algılama şekilleri beni yaşamım boyunca oldukça etkilemiştir. Onlardan çok şey öğrendiğim, yaşam felsefelerine ve dinamiklerine sıklıkla şaşırdığım, hayran olduğum ise gerçektir. Bu sebeple size biraz arılardan bahsetmek istiyorum.

Devletlerin diplomatik notaları gibi, hatta daha büyük bir ciddiyet ve disiplinde, doğal yollardan, prensiplerinden ödün vermedikleri halleriyle yaşayan güzel, akıllı ve çağdaş dostlarımız. Kendi işlevselliklerini bir hükümet politikası gibi yazılı değil ama dansıyla anlatan, diğer tüm arıların da ortaklaşa devam ettirdiği bu yöntem ile açık, net, kurnazlığı olmayan fakat savunmacı, dürüst doğa dostları. Yaşamlarımızın ne denli onlara bağlı olduğunu daha çok insan sayısıyla bilsek, belki de arılar için şatolar, saraylar inşa ederdik. Hatta kendi yaşam alanlarımızdan kısarak, arı vakfı kurup, güzel gezegenimizde onlar için çok daha iyi koşullar ve insan eli değmeyen, özel, büyük alanlar sağlardık. Ne yazık ki pek çok insan, asıl yaşam kaynağının farkında bile değil.

Arılar dans ederek iş planlarını anlatır ve aktarırlar fakat bir de şarkıları var ki, işte orada da, başka bir hayranlık oluşuyor bende. İnsanoğlunun -arı vızıltısı gibi- deyimiyle, biraz da aşağıladığı bu ses aslında onun şarkısı ve bu şarkının sözlerinde hiç de boşuna sarf edilmiş bir ses yok. Bu bir iş sürdürme modeli, pek çok insanın kuramadığı iletişim ve gerçek bir haberleşme. Biz insanlar boşuna konuşuruz da, onlar asla bunu yapmıyorlar. Aslında -insan vızıltısı gibi- deyimi daha gerçekçi ve akla yatkın. Bence, arılar da kendi aralarında bu sözü bizim için kullanıyorlardır. Ne yalan söyleyeyim, ben onlarla aynı kanaatteyim. Her bir arının sesi, onun parmak izi gibidir. Her bir arı, farklı ses çıkarır ve her bir arı faaliyeti için konuşur yalnızca. Kraliçe arı ise farklı farklı sesler çıkarabilme kabiliyetinde; çünkü eylemler ve muhtemelen talimatları farklı. O, kovandaki her şeyi bilir, her sesi duyar ve herkese verecek cevabı da vardır. Kraliçe arı, antenleri ile her bir ayak sesini, her bir bacağın titreşimini de duyar, bilir. Tüm arıların hassas algıları, koku almada da insandan üstündür. Böylece bir yabancının kovana girdiğini hemen fark edebilirler. Muhafız arılar kapı önünde nöbette iken, işçi arılar, erkek arılar ve kraliçe arı kovanda hep birlikte yaşarlar. Dahası işbirliği içinde bir yaşam sürdürürler. İşçi arının bunca çalışkanlığı, disiplini, doğa dostu olma gayreti, yaşam çabası ve ağır yükü sadece 1,5 aylık ömür içindir. Erkek arılar için bu süre 6 ay iken, kraliçe arı için 2 ile 7 yıl arasında, türüne göre değişim gösterebilir. Populasyon değişir, yeni işçiler yetişir ve yeni erkekler hatta yeni bir kraliçe arı ama bir şey hiç değişmez, bal yapmak ve doğadaki döngüyü sağlamak! Hedef hep bellidir. Bu tatlı mı tatlı, çok sevilen yarı akışkan şeyi yapan güzel yürekler, bir taraftan da doğayı dengede tutar ve yaşamı korur, hem de boylarını aşan bir büyüklükle. İyi olan iyilik, kötü olansa kötülük taşır, bu gezegene.  Albert Einstein’in dediği gibi, “Eğer arılar yeryüzünden kaybolursa insanın sadece dört yıl ömrü kalır. Arı olmazsa döllenme, bitki, hayvan ve insan olmaz.”

4,5 milyar yıllık dünyamıza geri dönecek olursak, kim bilir kaçıncı döngüsünde bir kovandayız bizler? Milyarlarca yılı yalnızca bugünün insan nesli için geçirmedin şüphesiz. Biz, Nuh Tufanı ile başlayan yenilenme sürecini, bize kalan yazılı kaynaklar ve kazdığımız, bulduğumuz tarihi şehirler, tabletler, eserler üzerinden yorumlayarak, seni anlamaya çalışıyoruz. Fakat bir şeyi anlayamıyoruz, senin milyarlarca yıllık deneyimini. Bu deneyimle bize verdiğin öğütler ve öğretileri. Biz de bir kovandayız tıpkı arılar gibi. Fakat biz onlardan farklı olarak tembeliz, hazırcıyız ve nankörüz. Edinmekten algıladığımız, emeksiz bir edinim ve ne işçi arılarımıza ne de diğerlerine saygımız da yok. İnsanoğlunun kraliçe arısı bencil, tutarsız, anlayışsız; üstelik bunun coğrafyası da yok. Her kovandaki kraliçe arılar üç aşağı beş yukarı aynı; balık baştan kokar zaten.  Sen ki 4,5 milyar yıldır kim bilir kaç nesil insan gördün ve kim bilir onlar bizim atalarımız değiller. Sürdürülebilir yaşamlar yerine neden hep bir yenilenme lazım oldu ve sen üzerinden nasıl bir yük atmak zorunda kaldın? Bütünün hayrı için! Yoksa Nuh Tufanına ne gerek vardı? Bizim talan etmekte ustalaştığımız bütüncül ahengi korumak için nasıl bir kötülükle mücadele ediyorsun ki, sen, 4,5 milyar yıldır dimdik kaldın da, bu âdemoğlu hala emekliyor?

Arıları düşündüğümüzde bildiğimiz tüm gerçekler bizleri, şu satırları okurken seni, günlük yaşamımızı etkiliyor mu? Şimdi belki binlerce işçi arı ölüyor, bunu görebiliyor muyuz? Sadece öleceğini ve diğer gerçeklerini biliyoruz ama onların ölmesine üzülmediğimiz gibi, sadece balın ve doğadaki döngüyü sağlamanın önemine odaklanıyoruz; muhtemelen diğer hayvanlar da buna odaklanıyor, doğanın temel yasası bu çünkü. Aynı şekilde insanoğlu düşünüldüğünde de, daha büyük bir denge için yani yaşam döngüsü adına da insanın önemi ne kadar? Evrende sadece insan yaşıyor olabilir mi? Kimsenin ölümü yaşam döngüsü için bir üzüntü kaynağı değil. Kimsenin ölümü önemli değil zaten; önemli olan, nasıl yaşadığı. İyi mi, kötü müyüz? Bu seçim bizim sonumuzu belirleyecek sadece; zira doğa, Dünya, Güneş Sistemi, Evren büyük döngüye hizmet edecektir.

Bizim kovanlarımız dertli, kirli ve oksijensiz. Bizim kapılarımızda nöbetçiler uyuyor, çünkü pek çok kovan boş vermiş. Başka arılar diğerlerini yağmalarken, bir başka arı türü durmadan zehir saçıyor. Bu arada ne baldan fayda var ne de yaşam döngüsünden. Bizim seslerimiz boşuna, tam bir vızıltı. Vızıltı olmayanları dinleyen de yok ayrıca. İflah olma çağrısı yapanların ömrü vefa etmiyor. Bir de şu yalancılık yok mu? İşte o umutları söndürüyor. Çok arı, çok kovan var, fakat bal yapmak yerine herkes birbirini yiyor.

Sen, bu ihaneti ne kadar çekeceksin Dünya? İyi ve kötünün iç içe girdiği bu bulanık suyun kimseye faydası yok. Lakin son zamanlara sıkıştık sanırım, hissediyorum. Ya iyiler kazanır bu savaşı ve kovanlardan bal damlar ya da kötüler ezici gücünü kullanmaya devam eder. İyilerin savaşında olmayı diliyorum, tüm kalbimle. Öyle olduğunda biliyorum ki, gökyüzü, denizler ve de tüm toprak bolluk bereketle yücelecek. Arılar ve cümle diğer canlılar huzurla yaşayacak, vaat edilen cennet bahçeleri gibi. Çünkü eğer aksi olursa tahmin ediyorum ki Dünya, bir şekilde koruyacaktır bütünün hayrını. Belki -bu insanlık nesli de olmadı, yeni bir nesil için kolları sıvama vakti- diyecek, yeniden doğuş müjdeleyecek. Belki de bizler Atlantis, Mu Kıtası insanları gibi az izler bırakmış, kadersizler olurken, yepyeni bir yaşamın ilk güneşi doğacak doğudan; bizsiz, yepyeni umutlarla, yaşlı sırtına yeni çocuklarını almış bir ana gibi. Dünya bu, deneyiminden sual olunmaz.

E.E

 

 

Yorumlar

  1. Dünyada olduğumuzun ağırlığını bir türlü anlayamadık,düşünebilecekmiyiz ki;Arılar ne kadar muhteşem bir canlı petekleri altıgen bir şekilde hepsi eşit geometride yapıyorlar, ne kadar gerçekçi dile getirmişsiniz tembeliz,hazırcıyız ve nanköruz herkez birbirini yiyiyor kovan yaban arıları saldırısında.Yorgun Dünyamız.Tebrikler başarılarınız daim olsun Evrim hm.👏✏️💙

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gerçeklerle yüzleşmek istemesek de sonuclar çok canımızı yakabilir. Umarım bu güzel evimizi kendimizden koruyabiliriz. Değerli yorumunuz için teşekkür ederim. 🙏

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

YAŞASIN CUMHURİYET!

ÇAĞIRMA BENİ

TEK TEK UNUTMALI (podcast)