HATIRLAMIYORUM

Hatırlamıyorum seni…

Aradan yıllar mı geçti yoksa dünya işleriyle uğraşmaktan mı bilmem, saymadım onca geçen zamanı; kocaman bir boşluk zira.

Hatırlamamak güzel şey, unutmaktan da iyi, seçebiliyor insan. Hatırlayamıyorum demek, -bir kısmı da bende kalsın- demek aslında. Özgürlük kokar biraz, biraz da bencillik gizlidir, ama her ne olursa olsun hatırlayamamak unutmaktan yeğdir. Hatırlayamadığın şeyleri unutmuş olmazsın; hatırlamazsın sadece. Kaçamak bakışlar gibi mesela ve bir buluta gizlenmiş güneş ışıkları gibi. Oradadır bilirsin, bilirsin ki, sendedir; unutulmamıştır ve çoktur.

Hiç hatırlayamıyorum ilk buluşmamızı ve sonrasını. Onca mesajı; sokaklarda, davudi sesinle gecenin sessizliğini bozduğun –seni seviyorum- diye haykırışlarını. Aynı sokaklardan tekrar ve tekrar geçtiğimiz günleri. Biliyordum, o sokaklara iz bıraktığımızı; hissediyordum, sonrasında tek başıma o izlere dokunacağımı da. Fakat ben, o sokakları hatırlamıyorum.

Var gücümüzle, hatta yemek yemeyi unutarak çalışmaya kaptırdığımız günleri, geceleri, hafta ve ayları da hatırlamıyorum. Yeni bir buluş gibi sevindiğimiz onca çalışmanın üstüne, bir mercimek çorbasının kokusunu içime çekip, ilk kaşıktaki o sıcak hazzı hatırlayamıyorum. Aylarca devam eden bu yeni yemek alışkanlığı ile mercimek çorbasının müptelası olduğumu da hatırlayamıyorum. Rokayı, bol limon suyu ile ıslatıp, ardından üstüne düşürdüğün o tuz tanelerinin masa örtüsüne zıplayışlarını da hatırlayamıyorum.

Uzunca süren hummalı çalışmaların ardından bir nefes aldıran, İstanbul’un bir köşesinde dalgaları izlemek veya Vefa’da boza-leblebi seremonisine dalıp gitmek, Sultanahmet’te turistlere karışmak veya Feriye’nin lezzetlerinde senin okul anılarına karışmak, olup olmadık zamanlarda bir vapura atlamak yahut Küçükçekmece’nin balık lokantasında küçük balık- salata ikilisinin dayanılmaz lezzetine, o çok acıkmış halimizle dalıvermek ve de mesafeleri, kilometreleri hiç kollamadan bir arada oluvermelerimizi hatırlayamıyorum. Silivri sahilini, o sahilde dimdik ayakta duran, şahit vasıflı feneri ise hiç mi hiç hatırlamıyorum.

Florya Hatboyu’nun adresim olmasından öte, sil baştan çoğalacağımı bilmeden yaşadığım, miğfersiz, sipersiz, kalkansız var oluşumu da hatırlamıyorum. Boncukçu Teyze’yi hatırlıyorum ama. :) Sezen demişti ya “kalbim Ege’de kaldı” diye, ben de Hatboyu’nda bıraktım kalbimi. Evim güzel evim, İlhan İrem’im, Moğollar’ım, az eşyam, çok huzurum, -işte tam da böyle, tamam- dediğim.

Ne çok şey var hatırlayamadığım, bir türlü “binmek” diyememen mesela, her seferinde “pinmek” dediğinde benim buna çok şaşırıyor olmam ve içimde muzipçe gülen çocuğu susturuşum. Az konuşup çok anlaşmak nasıl bir şey? Gök gürültüsü günler, yalnızlığım. Hıh! bir de sigarayı bırakmakmış! Hiç olur mu, böyle günlerin yalnızlığı sigarasız? Her nefesi bir iç çekiş, bir sindiriş. Neden? Neden diye sormak yok, sorular hatırlatır belki, zira “nedensizlik çok olan", o yüzden hatırlamıyorum. Not kağıtları mı? Attım hepsini, hatırlamıyorum.

Zil çalar bir sabah, gülen bir çift göz, krem rengi şapkasının altında yüzüme bakar. Gülümser ruhum da öylece, sonrasını hatırlamıyorum. O mu? O da şapka sadece, içinde sen yoktun; hatırlamıyorum.

Bazen lüfer pişermiş gibi bir koku yayılır, bunlar hep tuzak; bilirim ben. Lüferi bir kaptan edasıyla tencerede pişirip, yetmezmiş gibi o hallerinin hafızama kazınması, şaşırdığım maharetin ve el çabukluğun; bir de o ilk lokmayı hevesle yedirmen ve heyecanla bekleyişin yok mu? Yok yok, hiç olmadı ki bunlar, hatta o lüfer de yoktu, sen de yoktun, hatırlamıyorum.

Saatlerce süren telefon konuşmaları… ben sevmem ki telefonla görüşmeyi, hiç hatırlamıyorum. Emeğin tere, terin işe, işin kutsallığına yürüdüğüm, zamansız notaları hatırlamıyorum. Bir trafik kazasının omuzumdaki yükünü hafifleten; yaralı omuriliğimi, kendi varoluş hikayesine sihirli bir değnek misali geri döndüren sen. Senin adını her defasında gördüğümde, kalbimle açmak istediğim, o telefon ekranı ve ardından duyulan şu ses: “Eveeettt”; işte bunları hiç hatırlamıyorum.

Yuvarlaktır cümlelerin, ortada dursun diye. Hep nasiplenmek gerek, kimin nasibiyse onda kalan cümleler. Ertesi gün başka anlama gelen, iki gün sonra bambaşka. Nasibine düşüren de düşürmeyen de saklasın cebinde. Onlar ortada, bazen askıda, bazen de cepte fakat ayan beyanlığı var, üstündeki örtüyü açınca, bir de gururlu biraz da. Anlayanı çok oldu mu o cümleleri? Hatırlamıyorum.

"Olmaz" denmeyen, "olur mu acaba?" denen ve gülümsenen yollar. Tozlu, sakin, telaşlı, büyük, küçük, uzun, kısa, virajlı, düz yollar. Aydınlık hep, her günü, her gecesi aydınlık, fakat ışığı hatırlamıyorum. Yolları ise, hiç…

Kumdaki kale mi? Kalenin kumu mu? İkisi de olur fakat kumdaki kaleyi hatırlamıyorum. İki ahşap sandalyeyi de, mavi masayı, geceyi, Bodrum Kalesi’ni ve edalı kızını da. Hatırlamıyorum hiç, cevabı içimde düğümlenen sorunu. İçimden geçtiği gibi haykırsam diye, yüreğimi delip geçtiğim anları, sus oluşumu, bir asırlık o anı. "Evet" demediğimi değil, diyemediğimi; yine susarak anlaştıklarımız gibi anlayacağına güvendiğim, uzunca zaman sırtımı yasladığım bu inancımı da hatırlamıyorum.

Elfida’yı, Şebnem Ferah’ı, Kayahan’ı ve serçe kuşunu da hatırlamıyorum.

Gümüş bir tepside ruhuma hediye ettiğin yaşama karşılık, altın bir tepsiye koyduğum ruhumu alışını da hatırlamıyorum.

Akyarlar açığındaki akyada kalan akılının, o akyayı asla yakalayamadığını biliyorum. Shakespeare’den alınan cümlelerle süslü mesajların fener olurdu belki akya avın için, ah bir de aptallıklar olmasaydı keşke. Ama keşkeleri de hatırlamıyorum.

“Her yeni gün, yeni doğan güneş…” böyle derdin sıklıkla. O umudun bendeki hali başkacaydı, aşikar. Umut ilikler önünü, biraz da eğilir saygıyla, gülümser hafifçe, çünkü bilir ki, umudu küstürmek olmaz. Gözyaşı düşmesin ister; bilir ki, umut boğulur o gözyaşlarında. Ben umudu da hatırlamıyorum.

Sarı pelüş ördek, gerçek tüylü, içi kâğıt dolgulu serçe kuşu, notalardan sadece fa aklımda kalan, İngiliz’in sesini de hatırlamıyorum. Vantilatörün rüzgârı ise yüreğimi soğutmuyor. Çalışıyor hala atmadım, duruyor, fakat nerede hatırlamıyorum.

Akşam yemeklerini severdin de, ben ne yazık ki, perde pilavını, kavurmayı, işkembe çorbasını ve pırasayı hatırlamıyorum. Bakırköy’ün sahilinde iştahla ve sıklıkla kendimizi attığımız Gelik’in beyaz masa örtüsüne, yorgunlukla koyduğun kalın bileğinden bana doğru uzanmış elini ve diğer elindeki sigaranı da hatırlamıyorum. Bilmem kaç tekrar izlediğim bu film sahnesini kim yönetiyordu bilmiyorum.

Ölümlü dünya biliyorum, hatırlamadıklarımla daha rahat, yaşamak dediğin. Korkuyorum, ölünce yüzleşir miyim diye. Sonra sanki biri fısıldıyor kulağıma, diyor ki; “olsun yalnız olmayacaksın, o da hatırlamıyorsa biz hatırlatacağız, rahat ol sen” işe o vakit bir heyecan kaplıyor içimi, demek ki görüşmek var vuslatta; belki kısa, belki uzun bir zaman sonra. Olsun, zamanı saymayı sevmiyorum, hep bir eksilme duygusu bu. O vakit gelirsek bir araya, sustuklarımı soracağım ve sen yuvarlaktan ötede basit, anlaşılır cümlelere mahkûm olacaksın, hazırlan. Ben de belki de aldığım günahının tövbekârı olacağım o vakit. Kim bilir, belki de rüyalar gerçekten anlamlıdır, saf sevgi denizdir belki ve belki de o beyaz köpükler dalgalardan sebep değil, saf sevgiden çoğalandır. Belki de kahramanım sadece aklımda kalandır, belki de benim en büyük günahımdır.

E.E

 

Yorumlar

  1. Tebrik ediyorum 👏👏👏 hatırlamamak, unutmak . Bence iyiki varlar. 💙💙💙

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim, hatırlamamak bazen iyi bir sığınak, kendimizi kandirsak da 😊

      Sil
  2. Hatırlayamamak ne kadar manidar,unutabilmek olsa yaşamda özgürlük koksa herdaim.Kalbimizi hiç bir yerde bırakmasak keşke,bir Anka kuşuna "pinmek"😉umutlarımızı gerçekleştirebilmek ne güzel olurdu.Maviliklerde saf sevgiyi yaşayabilmek🌊Günahlarında sevapları vardır mutlaka🙏 Evrim hm tebrikler başarılar hatırlayamamak dileklerimle 👏✏️💙

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Manidar ve kaçak 😊 Bir kelebeğin kanadına "pinmek" gibi 😊

      Güzel günleriniz olsun, anılar hatırlarsın, gelecek ışık dolu olsun.

      Sil
  3. Geceleri gökyüzünde parlayan ayı her gördüğünde aklına “AY YÜZLÜ YARİN”gelmesine rağmen, soranlara hatırlamıyorum maskesiyle cevap vermek.İyi bir maskedir hatırlamamak.
    Kaleminize sağlık Evrim Hanım…

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bazı hislerimiz öyle yoğundur ki, "hatırlamıyorum" demek, böyle durumlarda "benzersiz" demekle aynı sanırım.
      Mutlu ve sevgi dolu kalınız 🙏

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

SANDIK (podcast)

KIZILCAGÜN (podcast)

BİRLİK ve AYRIŞMAK