BEYAZ ODADAN MEKTUP



Ve… nihayetinde ölüyor muydum? Ölüm, bu kadar sıradan mıydı? Ölüm, yıllardır kurguladığımdan farklı; sevdiklerimin gözlerinin içine bakamadan, veda edemeden ve onların hafızasına kazınacak birkaç cümle kuramadan: daha önce varlığından, şeklinden habersiz olduğum birkaç insanın arasında mı olacaktı? Bu bana ait olmayan, pek çok insanın canı için, dümdüz, öylece yattığı, makinelere bağlandığı, beyazı bol oda son nefesimi verdiğim yer; nabızları sayan sinyal sesler de benim bu yaşamdan koptuğumun ilk tanığı ve habercisi mi olacaktı? Kesik kesik duyulan makinenin sesi birazdan dümdüz bir çizgi gibi kesintisiz sese dönüşecek ve öldüğümün ilk belirtisi mi olacaktı?

Oysa son bir haftadır yaşadıklarım tüm bunlardan farklı, başkaca ve öylesine yoğundu ki; ölüm de, yoğun bakım da, tanıdığım tanımadığım her şey de ne farklı anlamlara bürünmüştü. Yoğun bakımdaki tüm şeyler, bir vidayı pekiştirmek için kullanılan tornavidadan farksız, olması gerektiği için olan fakat sonucu değiştirmeyen olaylar zinciriydi. Bir haftadır şuurumun götürüldüğü yerden bakınca, yaşamım boyunca anlam yüklediğim çoğu şeyin, kendi körlüğümle nasıl da koca bir hikayeden ibaret olduğunu biliyordum artık.

Bu ölümdü, ölüm ise bir dünya haliydi. Dünya halinden ölünce değil, ölmeden bir süre önce uzaklaşıyordu insan. Bu uzaklaşma, bir anlamda yoğunlaşma idi. Yoğunluk ise yalnızca kendi varoluşunla ilgili değildi. Yaşamın tam da içerisindeyken, aslında nasıl da kıyısında gezindiğini sana bir sanat filmi gibi izleten, seni oraya elinden tutup götüren bir yoğunlaşma idi. Bu yoğunlaşma, yükselmeydi bir anlamda. Yükseliş ise tünelden geçiş. Tünele girdiğinde azaplı anlar kadar mutlu ve tatminkâr anlar da varken, tünelin sonu, işte, ölüm anına en yaklaştığın an. Tünel seni o ana hazırlayan aslında; geçtiğimde anlamıştım. Tünelin ucu ölüm; ardı ise şu dünyaya bıraktığın, ektiğin, biçtiğin her şey.

Ölüm anı öncesinde biliyordum öldükten sonra halletmem gerekenleri. Aklımdaki en büyük soru ise şuydu: Hareket edemeden, konuşamadan, sadece ve sadece izleyerek bunu nasıl yapacağım? Bunun yolunu da öldükten sonra anladım. Ölüm anı gerçekleştiğinde son bir haftadır tüm açıklığı ile gözünün önünden geçen, yaşamın boyunca, anladığın doğru ve yanlışların; gücün yetse de gücünü sakındığın, yapmadığın irili, ufaklı her şey, yok saydıkların, kaçtıkların, üstüne bastıkların, yarım bıraktıkların işte tüm bunların listesi için geçen zamandı. Bu yüzden ölüm öncesi bir hafta ya da yaşamın son haftası bu dünyaya ait bir zaman değildi. Son kapıya giden son tünel ve sonrasında bir yüzleşme.

Öldüğüm an, ilk önce seri titremeler hissettim. Aslında bedenim o serilikte hareket etmiyordu, ama hissiyatım bir elektrik kablosuna tutunmak gibiydi. Kısa süre sonra, inanılmaz bir sıyrılma ve boşlukta kalma hissi sarmıştı ruhumu. Boşlukta kalmak hissi, bir uçma eyleminden çok, suya sırt üstü yatmak gibiydi. O da pek uzun sürmedi. Değişik olansa hızla her değişime alışıyor olmaktı. Oysa bedenimden kalma alışkanlığım böyle değildi. Alışmak, benim için zor bir durumdu. Önce mevcut duruma uymaya çalışır, beni mecbur kılan şartları düşünür, bunlara kendimi alıştırır; ardından da içinde bulunduğum yeni durumu kendi şartlarıma yanaştırmak için bir dizi sesli, sessiz taleplerimi oluştururdum. Bu talepler dönemine bir de şikayetlerimin gürültülü söylenmelerini ekler, zamanın hayrıma geçmesi için bolca dua ederdim. O an için beni yoran her olayla birlikte, geçmişten bir sayfayı açıp, kadersizliğime isyan edip ağlamak gibi bir huyum vardı. Böylece olan bir olayı bir diğeri ile bastırmayı, gözyaşlarım ile acı çekerek rahatlamayı ve kadersizliğime söylenmeyi hafifletici bulurdum. Fakat bu şekilde de yaşanan her zor durum, bir öncekinin misliyle beni yorardı. Çünkü benim gözümde acılar, bir ipe dizilmiş kurutulmuş acı biberler misali ardı ardına bir bütündü. Hepsi benim kadersizliğimdi! Peş peşe o acı biberleri yiyebileceğim kadar yer, acıyı bünyemde arttırırdım. Böylelikle son yaşanan acı; her zaman, her birine tek tek dönmek demekti. Benim bildiğim, hayatta acı çeken insan makbul insandı; kendimce makbul olma bilincim bu yöndeydi.  Ölüm sonrasında olduğu gibi hızlıca uyum sağlamak, insan bedenimle sürdüğüm yaşamda çok mümkün olmuyordu. Tevekkül noktasına erişmek benim için sancılı, yorucu ve çevremi de yorduğum bir süreçti.

Hep sanırdım ki, ölünce her şey bitecek; şimdi tebessüm ediyorum bu düşünceme, diğer pek çok düşünceme tebessüm ettiğim gibi. Oysa şimdi bir sağlama yapmak gerekiyordu ve bu sağlamayı hareket etmeden, konuşamayarak ve insanlarla temas etmeden yapmak lazımdı.

Seksen üç yılı düşünmek bir ruha göre zor değil, zor olan yaşarken yapmadığın muhasebeyi şimdi yapman gerektiği. Burada, -aklının ermediği bir şeyi neden yapmadığının- bir muhasebesi yok. Tam tersine bile isteye yaptığın ve yapmadığın şeylerin muhasebesi var. Zor olan kısımsa, kendimi koruma altına almak için yapmadığım, bahaneler ürettiğim, kaçtığım, bilmiyormuş gibi yaptığım, yalanlar ürettiğim durumların diğer insanları soktuğu halin acısını bire bir hissetmek. İşte bütün iş buradan başlıyor, çünkü bu tip aldatmacaların yükünü çekenin acısının azı, çoğu yok burada. Hepsi çok, her biri önemli ve herkes için eşit şartlar.

Boşlukta kalma hissi sonrasında geçiş yaptığım yer, beni bir mum misali dimdik tutuyordu. Öyle bir dik kalış ki bu; rehavetsiz, tetikte, irdeleyen ve hiç durmaksızın tekrar tekrar irdeleyen. Her bir yaşattığımı, o insanın tarafında tekrar yaşadığım ve yeni biçimiyle anladığım, canımın yandığı, onun hislerinin aynını hissettiğim, eğer öyle davranmasaydım yaşamının nasıl olacağını gördüğüm ve bu kaybedilen şansların ona ulaşmayışının acısını misliyle çektiğim yerdeyim. Sebep olduğun insanın acısına erişinceye ve ne yaptığını pekiştirinceye kadar bu mum gibi duruştan ayrılamazsın. İstesen de yapamazsın, çünkü etrafındaki boşluk seni o halde, öylece sıkıştırır ve hareket edemezsin. Fakat o hissiyata ulaştığında ve yaşattığını tam olarak algıladığında, onun acılarını çektiğinde, yanına gider, varlığını hissettirirsin. Anladım seni, özür dilerim demenin tek yoludur bu. Onun kalbi temiz, bilinç düzeyi yüksek ise hisseder ziyaretini ve seni.

Sen öldükten sonra sevdiklerinin yaptıklarını bir süre bilirsin. Kimin gerçekten yokluğunu yaşadığını ve kimin iyi roller yaptığını. Çok şaşırdığım insanlar oldu benim. Öldükten sonra eriştiğim bilinç düzeyi, bazılarının çıkarlarına bilerek veya bilmeyerek nasıl da hizmet edişimi gösterdi bana. Yaptığım pek çok haksızlık da aslında bu körlüğümden kaynaklanıyormuş, ölünce anladım. Kötü niyetli eski yoldaşlarım bilsinler ki, siz de aynı muhasebeyi burada yapacaksınız. Orada yapamadığınız her muhasebe, burada kayıtsız şartsız gerçekleşir ve öyle kendi aklınızla değil, üst düzey bir bilinç ile. Çok acı çekiliyor, tarifi imkânsız, yaşarken bunu bilin istedim.

Dünyaya bir takım mesajlar da gidiyor buradan, çünkü bazı insanların bilinç seviyesi yüksek. Aslında onlar, istemese de bir paratoner gibi çekiyor mesajları, algıları açık çünkü. Ruhu kirleten en büyük şey bilinçli, kendi yolunun refahı ve rahatlığı için başka birinin üstüne basmak. Bunu yapan ruhlar iflah olmuyor. O acı dayanılmaz bir acı. Böyle olmayan ruhlara sahip bedenler ise mesajlara açık bedenler.  Bu tip insanlar, bir daha insan suretinde Dünya’da olmayabilirler, gerçek özgürlüğe daha yakınlar. Başka alemlerde huzurlu bir yaşam onları bekler; diğerlerinde ise durum daha farklı. Bu ruhları bilmez, bilemez insanoğlu; sanır ki bir bebek doğdu dünyaya, onun ilk ve tek hayatı. Oysa o bebek, kaçıncı sınavını veriyordur tanrı bilir. Senin çocuğun olarak başlayacağı bu hayatta, binlerce olay ve insanla sınavı olacaktır. Daha önce kaçtığı, yok saydığı ya da kötülük ettiği her şeyin, sınavdır bu yeni yaşamı. Ama niyet… niyeti yabana atmayın, çünkü niyette yoksa hesap, tekrar gelmezsin dünyaya.

Mesela ben, tekrar geleceğim dünyaya. Elif gibi kaldığım, mecburen anladığım muhasebe sürem dolunca yeniden katılacağım aranıza. Yeni bir sınav için var olacağım, benden sebep oluşan haksızlıkların tamiri için. Hangi surette, nasıl bir hayatla bilmiyorum, ama tekrar olacağını biliyorum.

E.E

 

Yorumlar

  1. Ruhun özünü anlayıp niyeti anlamak ve anlatabilmek, mükemmel bir duygu ile kaleme almışsınız Evrim hm.Tebrik eder,saygılar sunarım 👏💙

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yaşam bir şekilde geçiyor, bütün mesele hakkını verebiliyor muyuz? Günah sevap diye ayrılan tüm şeylerin ötesinde en fazla ayağımıza dolaşacak şey hakkında herkesin kendi muhasebesi vardır elbet. Huzurlu bir gidiş, olur mu dersiniz?
      Çok teşekkür ederim, değerli yorumunuz için. Güzelliklerle kalın

      Sil
    2. Canı gönülden dilerim ki kalbi,ruhu düşünceleri temiz olanlar için huzurlu bir gidiş olsun🙏💙 Güzellik geleceğimiz olsun.

      Sil
  2. Bu alanda yaşadıklarımız
    Yaşattıklarımız
    Bize yaşatılanlar..
    Bütün bu hakikatlerin mutlak muhasebesinin anlatmıydı.
    Güçlü ve tesirli bir anlatım olduğunu söylemek gerekir.
    Fevkalade derin
    Oldukça derin..
    Hesap vermek.Hesap sormak hakkkımızın olduğunu bilmek elzem..
    Kim kötülük yapmışsa
    Veyahutta kime kötülük yapmışsak eğer, elbet bunun hesabının olduğu gerçeği etkili bir üslupla kaleme alınmıştır.
    Yorum bu şekilde uzar gider.
    Kısacası iyi olmak yada kötü olmak..
    Meselenin özü burada...
    #Harikasınız E.E.
    Okurken sanki bir labirentteydim ve o meçhul yerden çıkamadım...
    Sizi bütün kalbimle kutluyorum.Sevgilerim gelsin yüce gönlünüzce..❤

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Değerli yorumunuz ile çok mutlu ettiğinizi söylemeliyim. Keşke isminizi görebilseydim ve size hitap edebilseydim, bu da sitenin hatası elbette. Yakında çok daha iyi bir platformda sizlerle olmak için çabalıyorum.
      Paylaşmanın en güzel yanı, bir cümlede, bir kelimede, bir yerlerde buluşabilmek; kalpleri, akılları üst üste koyabilmek. Cok teşekkür ederim ve mutlu, sağlıklı günler dilerim.

      Sil
    2. Ben Süleyman Gültekin.im☺😍

      Sil
    3. Tekrar teşekkürler, memnun oldum.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

SANDIK (podcast)

KIZILCAGÜN (podcast)

BİRLİK ve AYRIŞMAK