AYRANIM BU, YARISI SU, İŞİNE GELİRSE!
Farz edelim
iki tane tarlanız var; birisi verimli diğeri ise çorak. Tarımsal faaliyete ilk
önce hangisinden başlardınız? Bu sorunun cevabı çok belli, elbette verimli
olandan. Belirli bir miktar üretim almaya başlayınca da, diğer tarlanın ıslahı
için uğraşır, olabildiğince verimli hale getirmeye ve onu da tarımsal
faaliyetinizin içine dahil etmeye çalışırdınız değil mi?
İnsanlar da
aynen bu tarlalar gibi aslında, bazıları daha verimli, bazıları ise daha çok
emek ve uğraşı isteyen yapıda. Fakat her ne olursa olsun bu durum, insanın
insan olma halini değiştirmiyor. Ama çok önemli bir şeyi etkiliyor o da toplum
içindeki varlığı ve yapıyı.
Peki bir
çiftlik sahibisiniz ve tarlalarınızın büyük bir çoğunluğu verimsiz. Bir kaç
verimli tarlanın gelirlerinin büyük bir bölümünü, diğer mal varlığınız olan
tarlaların ıslahı için harcıyorsunuz, dolayısıyla da, diğer bir çiftlik
sahibine göre üretim maliyetleriniz oldukça yüksek iken, hasattan aldığınız ürün
miktarı da düşük. Sizin diğer çiftlik sahipleri ile rekabet etme şansınız
olabilir mi? Siz, maliyetlerinizi kurtarması adına, daha yüksek fiyatla ürün
satmak zorundasınızdır. Piyasa koşulları düşünüldüğünde, bu yöntem alıcı
bulamayacağı için sizin üretiminiz daima zarar yazacaktır. Ta ki verimsiz
tarlaları ıslah edinceye veya elden çıkarıncaya ve yerine verimli tarlaları
koyuncaya kadar. Uzun ve zorlu bir süreç değil mi?
Şimdi de bu
çiftliği bir toplum olarak düşünelim, insanları da tarlalar olarak. İnsanları
gözden çıkarmak bir tarla gibi mümkün olmayacağına göre, insanları eğitmenin ve
faydalı, analitik, akılcı insan haline getirmenin gayreti, harcanacak zamanı ve
mali boyutu o toplumun tam da kendisine düşmektedir. Bu çaba dolu zorlu yol,
toplumu etkileyecek ve kalkınma süreci ile birlikte planlı yapılanmaya ihtiyaç
duyacaktır.
Peki ya
toplum olarak verimsiz tarlalar tuhaf bir dayatma ile verimliymiş, iyiymiş gibi
algılatılır da diğer verimsizlik yolunda olan tarlalar için de rol model haline
gelirse ne olacak? İşte asıl tehlikeli durum burada yaşanır ki, kangrene doğru
hızla gidilen, büyük bir dejenerasyon kuyusunun ta kendisidir.
Anne diyor ki kızına; “kızım, erkeğin paralısını bul… şöyle olsun, böyle olsun.” Alınacak mobilyanın markasından tutun da, takılacak altınlara kadar bir projeksiyon veriyor kızına. Zavallı kız henüz on dört, on beş yaşında bu öğretilerle beğenme-beğenilme, edinme- daha fazlasını edinme dürtüsüyle hayata başlıyor. Onun gözünde erkek, hayat arkadaşı olmanın ötesinde, bambaşka bir yerde; hayat garantisi, mihmandar veya yaşam sigortası gibi bir şekle bürünüyor. Beklentiler bu yönde gelişince de, haliyle, uzun soluklu ve güvenilir ilişkiler yerine kısa soluklu, yıpratıcı ilişkiler artıyor da artıyor. Kendi kişisel gelişiminden uzakta, günlük meşguliyetler ve ölü zamanlarla geçen bir yaşamın, gösterişten hariç hiçbir amacı olmadan devamlılığı, belki de verimli olabilecek bir insanı, annesi eliyle verimsiz, para avcısı, zavallı bir hayatı sürdürmesi noktasına hızlılıkla sürüklüyor. Aynası kapanmış bu tarz insanlara herhangi bir ufak eleştiride ise cevap belli; ayranım bu, yarısı su, işine gelirse!
Başka bir zavallı insan, belli kesimlerce, belli bir işte uzmanlaştırılıyor. Oysa o işin uzmanı da değil, belki eğitimi bile yok. Sadece iyi bir algı yönetimi ile böyle bir vitrin yaratılıyor. Önce onu oraya koyanların işini kotarırken, sonrasında da başka insanlar ile çalışmaya başlıyor. İşte o vakit çıkıyor ortaya şişirilmiş kariyerler. Onu bu yere konumlayan insanlardan başkası anlayamıyor, bu işi nasıl yaptığını. Sürdürdüğü yaşamın standartları her geçen gün yükselirken, sahip olduğu ev, araba, yazlık, kışlık sayısı da giderek artıyor. Bu kez kendini bilenler, kendinden şüpheye düşüyor -ne var bu insanda da, ben göremiyorum?- diye. Oysa bilgi ve emeği tescilli olanların yegane motivasyon kaynağı düzgün iş yapmak iken, daha dün varlığını ilan etmiş bu tarz insanların haksız kazançları, sektördeki diğer düzgün oyuncuları da servis dışı bırakabiliyor. Herhangi bir çekişmeli durumda ise mantık hep aynı; ayranım bu, yarısı su, işine gelirse!
Emeksiz
yaşam, hızlı kazanç hedef olunca hayatlara, iştahlı bir canavar misali, her şeyi, daha doğrusu iyi
her şeyi, bir solukta atıp ağzına, çiğnemeye bile hacet olmadan, indiriveriyor
mideye. Duyduğuna inanmak, kolayca açılan bir kapı oluyor mesela. Okumadan,
araştırmadan ne duyarsa kayıtsız şartsız doğru kabul edenler, zehirli bir
sarmaşık gibi etrafımızı sarıyor. Bu yetmezmiş gibi, bir de dönüp akıl veriyor
hiç uzmanı olmadığı konularda bile. Hekime, hakime, öğretmene, eczacıya,
avukata, mimara herkese, her şeye aklı yetiyor ve hiç frene basmadan, tam gaz
ilerliyor, bu acınası haliyle. Eleştiri mi? Asla kabul etmiyor, anlatıyorsun, kabul etmiyor çokbilmişliğini. En nihayet kaçmak istese, -eh- diyor; ayranım bu,
yarısı su, işine gelirse!
Trafikte, küfür eden, haksızken haklı olan mı; milyonluk dairesinde, o saçma görgüsüzlüğü ile yaşayıp, oturduğu sitenin bahçesine, çocuğunu çiş tutanını mı; kolundaki altın bileziği göstersin diye, şekilden şekle girdiği videoları, fotoğrafları sosyal medyada paylaşanı mı; kocası hediye alınca, -kocişkom- diyen, masasındaki tüm yemekleri herkesin gözüne sokan, gözü doymaz görgüsüzleri mi; teşekkür etmekten aciz, cümle insanoğlu onun için hizmetkarmış gibi davranan, medeniyet yoksunlarını mı; Youtube’da çocuğu üzerinden para kazanmaya çalışan, o zavallı çocuğun her halini çeken, çocuk, -istemiyorum- diye ağladığında bile, bunu da malzeme yapıp, yeni bir video olarak kullanan ebeveynlikten uzak, istismarcı, para avcılarını mı; güneşte söylediğini gölgede inkar edenini mi ararsınız? Ne ararsınız bilmiyorum ama aramayın, bol miktarda çevrenizde bulacaksınız zaten.
Ama dokunun
hepsine, tarz hep aynı; ayranım bu, yarısı su, işine gelirse!
Gelmiyor
kardeşim, benim işime hem de hiç gelmiyor. Hiçbir zaman da gelmedi. Çünkü senin
kaybedecek bir şeyin olmayabilir lakin bizlerin var. Sen bilmiyor olabilirsin,
dolayısıyla rahat olabilirsin ama bizim geçmişten kalan harika bir kültürümüz
var. Hatta bu öyle derin bir kültür ki örneğin “sözünün eri olmak” deyimi için
yazılmış, halk ozanlarımızın onlarca eserleri var. Bizim, Aşık Veysel Şatıroğlu,
Aşık Mahsuni Şerif, Neşet Ertaş, Cem Karaca, Barış Manço, Yunus Emre, Pir
Sultan Abdal, Karacaoğlan, Dadaloğlu’muz var. Yine bilmeyebilirsin ama bu
ülkenin erkeğiyle omuz omuza vermiş, çalışmış, ter dökmüş ve hatta vatan
savunmuş kadınları var. Şaşırabilirsin belki ama hiç kimseye minnet etmemiş, bilgi ve birikimleri ile kendi yaşamını kurgulamış ve halkına da çok
faydalı olmuş kadınlarımız var. Bizim Halide Edip Adıvar, Kara Fatma, Nezahat Onbaşı,
Tayyar Rahmiye, Safiye Ali, Prof. Dr. Türkan Saylan, Süreyya Ağaoğlu, Filiz
Dinçmen, Benal Arıman ve Sabiha Gökçen’imiz var. Biraz daha şaşırtacağım seni
ama daha ismini yazamadığım yüzlercesi var. Bizim öz kültürümüzde gösteriş,
görgüsüzlük, israf yok, tam tersine saygı, hürmet, paylaşmak var. Biz aslımıza
dönersek az konuşan, çok çalışan bir milletiz; şimdiki gibi boş konuşan, yan
gelip yatan bir millet değil. Tüm bunları bilenler için de kaybedecek çok şey
var. Bu yüzden senin ayranın benim işime hiç gelmiyor. Aklı başında hiç
kimsenin de işine gelmiyor. Bu bir akıl tutulması hastalığı ise ve çok hızlı
bulaşan bir hastalık, lütfen tedavisi bulunsun artık. Yok, hastalık değil ise;
bu dejenerasyon kuyusu, dipsiz bir kuyu ve çok yıpratıcı, hızla yayılan bir
kimyasal gibi verimsiz tarlaları arttırırken, verimli tarlaları küstürdü
hayata. Maliyet ise giderek yükseliyor.
Anlayacağın,
işimize gelmiyor senin bu halin, tarzın; kaybedecek çok şeyimiz olduğundan.
E.E
Ferefes
YanıtlaSilTekrar tekrar okuyorum.Islah edilemiyecek bir toplumda yaşamak rekabet edecek şans kalmadıki,verimlilik açgözlülük uğruna heba oldu kangren hat safhada,aynalar yansıtmıyor gerçek yüzleri yaşama Su karışmış haldeyiz,işimize gelirse Medeniyetmi dediniz gelmiyor gerçekten gelmiyor.Akıl tutulması dejenerasyon kuyusuna toplum olarak düşüldük..Verimli tarlalar eğitim sistemi ile çoraklaştırılmış bir haldeyiz.Daha çok söylenecek söz var...Mükemmel bir konu ve akıcı bir anlatım,tebrikler Evrim hm.daim olması dileklerimle başarılar💯✏️🧿👍💙
YanıtlaSilDeğerli yorumunuz için teşekkür ederim. Umut ediyorum ki, çağın en ciddi hastalığı olan dejenerasyon bir seviyede durur ve insanlar kendi öz hallerine dönerler, yoksa gittiğimiz yol sıkıntılı. Güzel, aydınlık günler dilerim.
Sil