DÖNÜŞME KENTE! TUTTUM SENİ
Bizler içimizdeki doğayı bırakırsak bir kenara, betondan
binalara, çelik kulelere, ağaçsız, çıplak otoyollara dönüşmemiz an meselesidir.
Günlük hayat, telaş ve insansı karmaşa buna pek de uygundur. Büyük bir kente
dönüştükçe ruhumuz, kentin milyonlarca insanından uzaklaştırır bizi, yalnız hem
de yapayalnız bırakır; evrenin ritminden ayrı, insan eliyle oluşan, sistemin
dayattığı alışkanlıklarımız ile var olmaya çalışan nesnelere dönüşürüz. Tıpkı
çelik bir kulenin soğukluğu, asansörünün huzursuz çıkış inişleri ve
içerisindeki yedi milletin her birinin ayrı dili, alışkanlıkları gibi, sesler, yüzler ve
karmaşık bir bize dönüşüvermek kaçınılmazdır. Bir gün gelir, o kulenin
camlarına vurmuş harika gün batımını, ruhu kente dönüşmemiş birisi fotoğraflar da,
sosyal medyada şaşkınlık içerisinde beğeniriz o fotoğrafı. Oysa biz, gün
batımının ne denli güzel olduğunu unutup gitmişizdir bile çoktan. Soğuk, çok
katlı, devasa kuleye benzediğimizde, kente dönüşüveririz. Bu yorucu ruhsal
durum, bizi tüketirken, sevdiklerimizden de koparan, uzak bırakan, iletişimin
anahtarını yok eden, en kötüsü de bizi kendimizden koparan bir dönüşümdür. Kente
dönüştüğümüzde, foseptik fareleriyle de işimiz var demektir, egzoz dumanıyla
da. O yüksek binaların arasından yansıyabilen yetersiz güneş, arada başını
çıkaran ay, asla görünemeyen yıldızlar yetmez bir nefes için. O devasa betonlar
rüzgarı keser de, ruhumuz uçuramaz kuşlarını. Yağmur öyle salına salına yağsa
da bir sundurma, bir tente kesiverir yolunu, arınamaz ruhumuz kirinden, pasından.
Oysa bizim dağlarımız, ovalarımız, ormanlarımız, okyanuslarımız
ve çiçek dolu kırlarımız var ruhumuzda. Şenlikli, sevecen, konuksever
ruhlarımız. Bazı bazı, rüzgarı fırtınaya dönse de, bize ait olan fırtınalar, bize dair ve
içten. Samimi bir fırtınanın telaşını bilir sevenler, korunmak da korumak da
mümkün o vakit. Sigortası sağlamdır bu fırtınaların, çatıların her birini
sevdiğimiz bir el tutar, biz de biliriz o ellerin orada olduğunu ve hatta ertesi
gün, o ellerden birisinin fırtınadan sapasağlam çıkıp, sırtımızda olacağını da.
Lağım fareleri olmaz kente dönüşmemiş ruhların. Başını
okşadığımız kedilerimiz yok eder onları, kaçma kovalamaca başlayınca oralarda,
bize ulaşamaz o fareler.
Kelebekler, kuşlar uçar da, uçuşları görmek için
kaldırdığımızda başımızı gökyüzünün maviliği, sıcacık güneşle birleşir akar
üzerimize, şükretmek için sebebi çoktur ruhlarımızın.
Kente dönüşmemeyi başarmış ruhlar, yaşamak için sebeptir
diğerlerine, doğal, sıcak, samimi. Yeter ki dinleyelim ruhumuzu, duyalım. Ara sıra
ayağı kayıp, kente karıştığında ruhumuz, tuhaf bir şekilde şarkısı değişir, anlarız. İyi
ve kötü şeklinde etiketleri üretir, eleştiri ve tenkit silahlarımızı kuşanır, ayrıştırır
ve çıkılmaz sokaklara dalıveririz. Kafamızın içindeki siyah sesler yükselir ve
umut, kaba saba, kirli, kokan bir katilin silahıyla can verir. Oysa bu seslerin
her biri geri dön çağrısıdır, yeter ki duyalım ruhumuzun sesini. Hadi! Gel yüreğim, ufka dönelim.
E.E
Aklın, zihnin gür olsun. Kalemine kuvvet . Sevgiler…
YanıtlaSil🙏
YanıtlaSilÖzgürlüğü ruhumuz da başlayabilmek mükemmel olur tabiki gökyüzün mavilikleri uçan kuşları kısacık yaşamları ile kelebekleri denizin derinliklerini görebilmek yüreği ruhu betonlaşmaktan temizlemek HUZUR'un kendisidir.Tebrikler Evrim hn.Yüreginize düşüncelerinize sağlık 👏 kaleminiz daim olsun.Sevgi ve saygilar 🙏🧿💙
YanıtlaSilBu yorumu kaçırmış olmanın sıkıntısını yaşıyorum şu anda. Bu gec bir cevap, üstelik böylesine güzel yazilmisken."Ruhu betonlastirmadan" ne güzel. 😊 Huzur hep olsun yaşamınızda. Selam ve sevgiyle
Sil