BOŞANMAYI KİM BAŞLATIYOR?
Saçları, kokusu, alımı, elleri, gözleri, dudakları,
yanakları, sesi ile şiirlere konu olan kadın… Şefkati, gücü, duruşu ve nüfusu
ile akıllarda kalan erkek…
Evlilikler ne kadar mutlu ve umut dolu başlasa da, ölüm
ayırıncaya kadar sürmesi istense de boşanmak da bu yolculukta var elbette,
önemli olansa bu süreci doğru yönetebilmek. Peki, boşanma konusunda erkekler mi
yoksa kadınlar mı genellikle ilk hamleyi yapan? Kadınla erkeği yapısal olarak
ayıran özellikler boşanma işinde de farklı tutumlara sebep oluyor. Bakalım
hangi insan cinsi boşanma konusuna daha yatkın?
Kültürden kültüre değişse de, erkekle kadın arasında
algımızda yer etmiş farklı özellikler var. Kadın daha çok
fiziki özellikleriyle konu edilirken, sanata ilham olurken; erkek, daha çok
sosyal statüsü veya güç tarafındaki özellikleri ile hafızlarda. Hatta öyle ki, “erkeğin
güzeli olmaz, erkek erkektir” şeklinde yerleşmiş kalıplar bile mevcut.
Yakışıklılık erkeğe uygun bulunmuş bir fiziki tanımlama olsa da, yakışıklı
erkek sayısı, güzel kadın sayısına göre her dönem daha düşük. Gerçi, gönül kimi
severse odur yakışıklı elbette ama bir de cinsiyetler arası böyle bir
istatistiki durum söz konusu.
Kadınlar için kozmetik, estetik alternatifler hiç
durmaksızın artarken, erkekler için saç ektirme devrimi haricinde çok da büyük,
çağ açan yenilik neredeyse göremiyorum. Günlük olarak yapılan bakım erkekte
temiz görünüme sahip olma hedefinde iken, kadında her yeni gün, daha
farklılaşan hedefler oluşuyor. Dolayısıyla, fiziki yenilenme ve değişim olarak
erkeklerin kadınlarla kapışma şansı yok gibi neredeyse.
Görünüm güncellendikçe hayattaki sosyal statünün, çevrenin,
ilginin taze kalması da elbette zor değil. İnsanların farkında olmasa da
tercihlerini estetik algıdan yana kullanması, kadının sosyalleşmesini
kolaylaştırırken, erkek ise bu konuda biraz daha şanssız. Evliliklerde de bu
durum, kişiler arasında bir çekişme konusu ve hatta kıskançlık durumu bile
yaratabiliyor. Kadınların fiziksel olarak güne uyum hızı ise erkekler
tarafından tanıdığı, en yakınındaki kadın yani eşi için gereksiz algılanırken,
diğer kadınlar için algısı “bakımlı kadın” noktasında oluyor. Bu durumda eş
olan kadında öfke, kıskançlık, önemsenmeme gibi pek çok olumsuz duyguyu
beslerken, bazen aşırıya kaçan bakım işleri için de sebep oluveriyor, bir nevi
kanıt gibi.
Başka bir açıdan, günümüzde kadın, çalışma hayatında eskiye
oranla daha aktif ve maddi özgürlüğe sahip. Hal böyle olunca da, kendine dair
yarattığı bireysel edinimlerinden taviz vermek istemiyor. Eğitim
seviyesi arttıkça da bu kaçınılmaz oluyor. Eski dönemlerde kadına atfedilen, erkeğin
lojistik destekçisi olma işleri, çalışan kadın için kendisi haricindeki ikinci
bir yükü de sırtlanma ve yürütme işinden farklı algılanmıyor günümüzde.
Eskiden kadınlar, ailesine bakabilecek, saygı duyulan,
çalışkan, iyi bir eş ve baba olabilecek ayrıca ailelerinin desteklediği
erkekleri eş olarak tercih ederken, günümüzde kadınlar mali gücü en öncelikli
dikkate alıp, devamında diğer özellikleri istiyor. Hatta bazı evliliklerde görüyoruz
ki, kötü özellikleri olan bir erkeğin mali gücü yerindeyse, dünyanın en iyi erkeği
konumuna yükseltebiliyor. Bu öyle bir öncelik ki bazen de, mali güç, narsist yapıdaki erkeklerin seçimini dahi
hızlandırıyor. Kadınlar, mali gücü yerinde ve hatta narsist erkeklerin
manipülasyonlarının farkına dahi varmıyorlar. Kadınlar güç konusunda bir
karmaşaya düşerken, ilk başlarda, sahip olunan karakteristik yapının mali
güçten kaynaklandığını bile düşünebiliyorlar. Sonrasında hayatları kabusa dönse
de, bu örnekler giderek artıyor.
Kadınlar duygusal zeka açısından erkeklerden daha gelişmiş
yapıya sahip olduklarından, ilişki içerisinde yalnızlık hissine kapılmaları
erkeklere oranla çok daha yoğun olabiliyor. Anlaşılma ihtiyacı günden güne
çoğalırken, aynı odada yaşayan, algılanmayan kişi oldukları noktada ilişki
kurma gayreti de azalıyor.
Kadına şiddet… Bu konu her ilişki için büyük bir sıkıntı
elbette. Sosyoekonomik seviye düştükçe kadına şiddetin arttığını
gözlemlediğimiz istatistiklere dayanarak yazıyorum ki, kültür ve sosyal
çevrenin gelişimi ile birlikte şiddet bir miktar azalıyor. Yok olmuyor sadece
azalıyor. İki farklı fiziki güce sahip insanın uzun yıllar içerisinde, güçsüz
olana anlık bile olsa şiddet eğiliminde olmaması ancak ve ancak kişisel gelişim
ve farkındalığın yükselmesine bağlıdır. Toplumsal yapının, refahın, demografik
yapının bozulması ise kadına şiddet eğilimini arttıran faktörlerden. Ayrıca
bizim gibi toplumlarda erkeğin çocukluğundan başlayarak, onun egosunu şişiren
ve gücü, özellikle de fiziki gücü vurgulayan ifadelerle desteklenen
yetiştirilme şekli, bu tarz ailelerden gelen erkeklerde kadına şiddeti doğal
gören formatta beyinler yaratabiliyor. Dünyada refah seviyesi düştükçe şiddet
maalesef ki artıyor. Göçler ise şiddet konusunun bambaşka bir boyutu. Köyden
şehre bir süre önce göç etmiş bir ailenin şehirde büyüyen erkek çocuğunun,
birkaç nesildir şehirde olan başka bir ailenin kızıyla yapacağı evlilikte
kültürel çatışma bir süre sonra şiddete dönüşebiliyor. Ülkerler arası göçler
ise işin bambaşka ve daha büyük sorunlarından. Bu konu tek başına bir yazı
konusudur. Aile içi şiddet boşanmak için kesin bir sebeptir ve sayılar da göz
ardı edilmeyecek kadar yüksektir.
Bir evlilikteki konfor alanı erkek için kadının konfor
alanına göre daha fazladır. Erkekler, ev işleri, çocuk bakımı gibi konularda
daha az sorumluluk alırken, kadınlar bu anlamda oldukça yorulurlar. Erkekler
için düzenli bir hayat, maddi birikim için olanak sağlarken, kadın için gün
içerisindeki yapılacaklar noktasında zamanla, evliliği dezavantaj olarak
görebilmektedir. Boşanma söz konusu olduğunda, kadın için günlük iş gücü
ihtiyacı bir nebze azalırken, erkek için konfora ulaşmak daha zorlaşacaktır.
Çoğu erkek, istediği konforu yardımcı tutarak sağlamaya çalışır ki, bu da
ekstra gider demektir.
Evliliklerde ailelerin müdahalesi ise en çok çiftler
arasında taraf olma halini yaratıyor. Bu hal, zamanla senin-benim kavramını
pekiştiriyor. Ailelerin müdahalesinden evliliklerini uzakta tutabilen çiftler
ise daha çok “biz” olabiliyor. Biz olmayı başarmak ise ne yazık ki, erkeklerde
biraz daha zor. Kadınlar bu konuda daha duyarlı ve dengeli davranabiliyor.
Özellikle Türk toplumu gibi geleneklerine bağlı toplumlarda, kadının yeni
ailesi (yani eş ailesi) kendi ailesi tarafından da kabul görürken ve kadının o
aileye aidiyeti tartışılmazken; erkek aileleri için durum tam tersi. Erkek
aileleri aynı zamanda erkek çocuğunu sigorta gibi gördüklerinden, ebeveynler
evliliğe irili ufaklı hal ve tavırlarla müdahil olabiliyorlar. Bu durum kadın
için bir süre sonra katlanılmaz bir hal alabiliyor.
Kadınlar daha samimi ve yakın dostluklar geliştirebilirken,
erkekler daha mesafeli ilişkileri tercih ediyor. Boşanma ile birlikte, kadının
kendi çevresi içinde varlığını sürdürmesi daha kolay olurken, erkekler bir süre
bocalayabiliyor. Bu durum kadın için boşanma sonrası dönemde, kendi seçimlerine
yönelmenin rahatlığını da sağlayabiliyor.
Çevresinde boşanan insanlar gördükçe, diğer evlilikler de
boşanmaya yatkınlaşıyor. Problemleri çözme gayreti yerine boşanmak fikri daha
kolay bir çözüm gibi algılanabiliyor. Özellikle maddi özgürlüğü olan kadın için
çevredeki örnekler, daha uğraşışız bir yol gibi algılanabiliyor.
Psikolojik sorunlar, gitgide artan oranda çoğalıyor. Bu da
evlilikleri yürütmede oldukça zorlu süreçler yaratabiliyor. Psikolojik
sorunlarla baş etme oranı ise kadınlarda erkeklere kıyasla daha düşük.
Erkekler, gün içerisinde veya problem yaşadıklarında kendilerini dışarı atarak
rahatlama fırsatı edinebiliyorlar. Kadınlar ise bu tip bir sıkıntı yaşadıklarında
daha çok içe dönük bir hal alıyorlar. Böylece kadının psikolojik sorunlarla baş
etme gücü tükenirken, fiziksel olarak da güven duygusu azalıyor.
Pek çok sebep ve bu sebeplere dayanan pek çok yaşanmışlık
veya yaşanacak olan. Evlilik, her iki tarafın da gönülden paylaşarak
büyütebileceği bir yapı. Bu paylaşımlı
durum, tek tarafta çoğalmışsa, ayrı yönlere değişilmişse, saygı tükenmişse,
sevgi yıpranmışsa veya diğer sebepler paylaşmanın yerini almışsa yürümüyor.
Zaman ki bazen ilaç değil, hayatın feda edilmesidir. Bazen bitmesi iyidir. İş
ki, yazının başında da söylediğim gibi doğru yönetilebilsin.
Çoğu sebebe baktığımda da görüyorum ki, kadınların boşanma talepleri erkeklerden daha fazla. Resmi istatistikler de bunu doğrular şekilde. Kadınların toplum içindeki var olma durumları değişiyor, erkeklerin de kadınlarla ilgili algılarını güncelleme hızları artmalı kanımca. Kadınların da bu değişimi yaşarken, maddi algılarını değiştirip, fiziki ve maddi odaklarını bir nebze daha akılcılıktan yana kullanmaları gereksinim gibi. Akılcılık, seçimleri de kuvvetlendirecektir. Kadınların boşanma talepleri erkeklere göre daha fazla olsa da, evlilik işinden en çok faydalanan tarafa bir bakmak lazım.
Özetle, dünya değişti, daha da değişiyor. Bu değişimin
cinsiyetler arası farkları kapatmasını beklemek aptallık olur. Nitekim her iki
insan cinsiyetinin de kendine özgü dinamikleri ve güzellikleri var. Hiçbir
cinsiyet bir diğerinden daha üstün veya aşağıda görülmemeli. Böylece öncelikli
olarak insan olduğumuzu unutmadan yaşamak, sevmek, sevilmek, nezaket ve saygıyı
besleyebiliriz. Belki de artık evlilik dediğimiz yapının değişme vakti
gelmiştir. Sosyal gereksinimlerden görüyorum ki, evlilik algısının ve hatta
yasaların çağın gerisinde kaldığı kesin. Evliliği sürdüren insanların yapısı
değişmişken ve değişiyorken, geleneksel bir evlilik anlayışını beklemek, zaten
olmayacak bir duaya amin demek gibi. Mutlu ilişkiler, sevgi ne de kıymetli. Doğadan bize aktarılmış gerçek duygu sevginin kendisi. Kalıplar için değil, kendi öz saygımız ve ortak sevgimiz ışığında yaşamak… Paylaşmak
daha kolay, yaşam daha keyifli olacaktır.
E.E
Ah Bu Ben
YanıtlaSilÜzgünüm... Yalnız olmadığınızı bilin isterim.
SilMaalesef ki gerçekler...yüreginizi kaleminize yansıtmışsıniz . tebrikler Evrim hn.👏🙏💙
YanıtlaSilBen teşekkür ederim
Sil