BİR ÇOCUĞUN MAVİ HAYALLERİ
Çocukken
sahip olduğum hayal gücüm, bazen bir kamyon dolusu kendi gerçekliğim bazen de
gökyüzünü delen, bilinmeyene merakım. Şimdilerde hatırladığımda tebessümle
güldüğüm, bir taraftan da o merak ve hayal gücü ile ulaştığım, yıllar sonra
bile bitmek bilmez öğrenme ve yenilenme arzusu.
Henüz yedi
sekiz yaşlarında uzaya olan merakım yüzünden uykumun kaçtığı geceler. Bilim
Teknik Dergisi ve bir kısmını anlayabildiğim, bir kısmını anlayamadığım
yazılar. Düşünmekten uykumun kaçtığı geceler ve hayalimde astronot kıyafetiyle
kendim. Yine böyle uykusu kaçmış aklımın ulaştığı bir nokta, evreka evreka
moduna geçiş ve gümbür gümbür kalp çarpıntım. Bulduğum yeni gerçeğimse şu: “Madem
hücreler, dünya, ay, güneş dairesel, o halde uzay da böyle bir şekilde olmalı.
Yani uzay, aslında benim düşündüğüm gibi dümdüz bir boşluk değil. Biz,
evrendeki minik ama bizim için büyük gezegenimizle, Güneş sistemine bağlıyız ve diğer sistemlerle birlikte büyük bir topun içindeyiz. Evet,
uzay boşluğu denilen yer aslında büyük bir alan, yani topun içi! Peki bu topun
dışında ne var?” Bu soruya cevabım olmasa da, tezimi ispat etmem lazımdı, dolayısıyla olabildiğince
gökyüzüne yakın bir yerde olmalı, önce gökyüzünü ve Dünya'yı kontrol etmeliydim. Şimdi güldüğüm bu
çalışmamın ulaştığı nokta ise daha da ilginç olaylar zinciri idi.
Mahalledeki
en yüksek bina benim için yeterince yüksek değildi ne yazık ki. Ailem izin
vermeyeceğinden, gidebileceğim mesafe de sınırlıydı, daha yüksek bir yer
bulabilmek için. Ben de mahallemizdeki en yüksek yeri, yani caminin minaresini
gözüme kestirmiştim.
Anneanneme
gidip, beni minareye çıkarabilir mi diye sordum. Anneannem benim ilginç
isteklerimden bıkmıştı ve ayrıca işi başından aşkındı. Aynen şöyle dedi: “Hah
kızım bir orası eksikti, nasıl çıkarayım ben seni oraya, kızar imam efendi. Git
dışarda oyna.” Ufak bir şansımın olduğunu bildiğimden, anneannemin bu cevabına
aslında hiç şaşırmamıştım. Akşam yemeğinde, şansımı artırmak adına bir hamle
daha yapıp, anneme aynı soruyu sordum.
-Anne beni
minareye çıkarır mısın?
-Ne
yapacaksın minarede, olmaz.
-Ama lütfen
oraya çıkmam gerekiyor
-Neden
gerekiyormuş çıkman?
Bu soru tuzak
doluydu ve gerçeği söylersem, açıklama yaparak yetinecekti ve hiçbir zaman çıkamayacaktım minareye. Oysa bunu kendim görebilmeliydim. Dolayısıyla cevabım belliydi.
-Çünkü merak
ediyorum.
-Hayır,
oranın imamı var ve buna izin vermez. Ayrıca sakın tek başına gittiğini
duymayayım, çok fena yaparım, anlaştık mı?
-Tamam anne
Hım… Bu imam
konusu önüme hep engel olarak çıkıyordu. İmam kimdi, nasıl bir şeydi, insanüstü
bir varlık mıydı, o kadar sinirli ve korkutucu muydu? Deli sorularla geçen uzun
mu uzun bir gece.
Ertesi gün,
önüme gelene, imamın nasıl bir şey olduğunu sorup durmuştum. En nihayetinde
büyük teyzem, en mantıklı açıklamayı yapmıştı. “Caminin müdürü gibi düşün”
demişti. Aslında bu beni çok rahatlatmıştı. Eğer müdürse, insandı da, ayrıca
müdürler sorun çözerdi. Şimdi sırada imamla tanışma faslı vardı, ama nasıl?
Kuzenimle
sokakta oynarken, mahalledeki simaen tanıdığımız birkaç kızın, başları kapalı,
ellerinde bir kitapla güle, konuşa önümüzden geçtiğini gördüm. Kuzenim benden
büyüktü, ona dedim ki, “Bu kızlar neden böyle giyiniyor, nereye gidiyor? O da,
“Camiye, Kur'an kursuna” demez mi? Aman Allah’ım, beklediğim fırsat elime
geçmişti. Hemen “Biz de gidelim, gidelim, lütfen, birlikte gidelim” diye
heyecanla bağırmaya, hatta zıp zıp zıplamaya başladım. Kuzenim devam etti;
-Ben
gidecektim aslında ama bir hafta olmuş başlayalı.
-Olsun, çok
çalışır yetişiriz, gidelim lütfen.
-İyi soralım
bizimkilere o halde.
Tabi o
yaşlarda haber çabuk yayılırdı ve apartmandaki diğer kızlar da çoktan kafileye
katılmıştı bile. O günün akşamında, ailelerden izinler alındı. Ertesi gün birer başörtüsü,
birer kitap, düştük biz de yollara. Nihayet imamla tanışabilecektim.
Camiye
girdik, büyük, halı kaplı alanın bir köşesinde, imam ve önünde oturan bir grup
çocuk vardı. Bizi de kalabalığa kattı ve bilmediğimiz bir lisanda bir şeylerden
bahsediyordu. Benimse aklım minarede, gözüm imamda anlamaya çalışıyordum. Bir süre sonra imam, bizlerin yeni geldiğini,
sıkı çalışırsak arkadaşlarımıza yetişebileceğimizi söylemişti. Hiç de fena
birine benzemiyordu. Üstelik normal bir insandı, boşuna korkmuşum diye
düşündüm. Ve… Beklediğim an gelmiş, ilk ders arası başlamıştı. Hemen imamın
yanına koşup, “Size bir şey sorabilir miyim?” dedim. İmam da, “Tabi kızım.” diye
cevap verdi. “Ben minareye çıkmak istiyorum, beni oraya çıkarır mısınız?” İmam, şaşırmış bir ifadeyle ve hafif gülümseyerek yüzüme baktı ve dedi ki: “Kur’an
okumayı öğrenirsen çıkarırım, bu da ödül olsun.” Öyle çok heyecanlanmıştım ki,
“Tamam, çabucak öğreneceğim” diye sevinçle kuzenimin yanına döndüm. Ona,
anlatınca bu sohbeti, ürkmüştü ve çabucak beni uyardı. “Asla olmaz, oraya
yalnız gidemezsin, annen çok kızar, bak demedi deme” deyivermişti. Tüm moralim
bozulmuş olsa da, bu fırsatı kaçıramazdım.
Günler
geçiyordu ve var gücümle Kur’an öğrenmeye gayret ediyordum. Sonra öyle bir şey
oldu ki, o azimle çalışınca, kısa süre zarfında okumaya geçivermiştim. Annem
hevesle bana bir Kur’an hediye etti ve “Aferin kızım, hadi bu, ilk Kur’an’ın
olsun” demişti, onu okumaya başladım.
Minareye
çıkmama çok az kalmıştı. Hocaya, öğrendiğimi ispat edeceğim gün gelmişti. İlk Kur’an’ımla
koştura koştura camiye gittim. İtinayla kapağını açtım ve başladım okumaya.
Hoca, memnun görünüyordu, ”Aferin” dedi. Tam sırasıydı benim için ve bomba
sorumu sordum. “Hocam, sözünüz vardı, beni minareye çıkaracaktınız.” Hoca büyük
bir ciddiyete büründü ve “Evet, sözüm vardı, kurs bitiminde çıkaracağım.” dedi.
O gün tüm hayallerimin suya düştüğü, beklemek için artık sabrımın kalmadığını
hissettiğim, kara bir gündü fakat çaresizce bekledim. Günler geçti, hafta geçti
ve bir hafta daha. Artık, kurstaki diğer çocuklara kızgındım. Nasıl
öğrenemiyorlar bunca zaman diye homurdanıp duruyordum. Sonra beklenen hafta
geldi ve hoca, bu haftanın, kursun son haftası olduğunu söyledi. Nasıl sevindim,
nasıl heyecanlandım, nihayet minareye çıkacak ve gökyüzüne daha yakın
olabilecektim. Neleri görebileceğimi düşündükçe daha da fazla heyecanlanıyor, aklımdaki
tüm bilinmezler, sorular sırasıyla tekrar tekrar canlanıyordu. Caminin
bahçesine çıkıyor, minarenin altında duruyor ve başımı kaldırıp ona bakıyordum.
Yüksekliği karşısında heyecandan bayılacak gibi oluyordum. Bir an evvel Cuma
günü gelmeliydi.
O sabah
hayatımın en güzel gününe uyanmışım gibi fırladım yataktan. Bugün minareye
çıkma günüydü! Her zamanki gibi kızlarla buluşup, gittik camiye. Ders başladı
ve nihayet kurs da sona erdi. Hoca, hepimizle vedalaştı ve kursun
değerlendirmesini yaptı. Seneye kimleri tekrar görmek istediğinden bahsetti ve
öğrencilere sevap için cami halılarının süpürülmesini rica etti. Koştum hocanın
yanına ve artık klişe hale gelen sorumu tekrar sordum.
-Hocam, bana
sözünüz vardı, beni minareye çıkaracaktınız. Bugün kurs da bitti ve lütfen
bugün çıkarır mısınız?
Hoca,
gülümseyerek
-Tabi ama biraz
süpürge işine yardım etmeni isteyeceğim.
O anda
incinmiş hissetmiştim, hem bitmek bilmeyen koşullar yüzünden hem de süpürge işi
biraz onur kırıcı gelmişti. Kuzenim daha da çok öfkelenmişti. Çünkü benim toza
ciddi alerjim vardı ve bunu yaparsam, ateşler içinde yatacaktım, cildimde
kocaman kabarıklar oluşacaktı. “Sakın, biz hizmetçi miyiz? Bunu yapamayız.
Süpürge yaparsan hasta olursun, annen de çok kızar, sakın yapma, hadi gidelim”
dedi. Nasıl gidebilirdim, günlerdir, haftalardır beklediğim bu günü nasıl olur
da yok sayabilirdim, üstelik bu kadar yaklaşmışken, olmazdı, olamazdı ki! Başladım,
kuzenime yalvarmaya, “Lütfen aramızda kalsın, biraz süpürelim, hoca bizi minareye
çıkaracak, başka türlü çıkamayız. Günlerdir bugünü bekliyorum, ne olur beni
burada bırakma.” Kuzenim, çaresiz, dayanamayarak, “Tamam” demişti. Bir iki
süpürme hareketi yapıp, koşturduk hocanın yanına. “Tamam, hocam, süpürdük biz,
hadi gidelim.” Hoca çaresiz, kafasını sallayarak onayladı ve işte büyük an
gelmişti.
Takıldık
hocanın peşine, hoca önden biz arkadan, ufak bir kapıdan geçtik, oldukça
karanlık ve dar merdivenlere geldik. Merdivenleri, hocanın arkasında hizalanıp tırmandık,
tırmandık tırmandık. En nihayetinde şerefeye ulaştık. “Hayır burası değil, daha
yukarıya, en yukarıya çıkalım hocam.” diye elimde olmayarak haykırıverdim. Hoca
da, “Allah Allah, ne yapacaksın kızım, aynı hepsi de.” deyip, tırmanmaya devam
etti, tabi biz de.
Öyle az bir
zaman sonra, gökyüzüne çok yakın olacaktım ki, ne halı süpürmek ne de o
merdivenlerde yorulmak ve karanlıktan korkmak umurumda değildi. En nihayet,
kapı açıldı ve gün ışığı, tüm coşkusuyla gözümüzü kamaştırmaya başlamıştı. Şerefeye
heyecanla adımımı attım ve hemen yukarı bakmaya başladım. O da ne! Aşağıdan
gördüğüm gökyüzünden farklı hiç bir şey yoktu. Nasıl olurdu bu? Bunca merdiven
çıkmıştık, üstelik çok yüksekti bu minare. Hayal kırıklığı ile tekrar tekrar
baktım, farklı bir şeyler aradım ama nafile, her şey aynıydı.
Hüsran
içerisinde, aşağıdaki manzaraya kaydı gözüm. Hiç ummadığım biçimde, görünen
şehir, benim içinde olduğum halinden çok daha farklı duruyordu. Şehrin
içindeyken, bildiğim halinden, hareketinden çok farklı, çok daha durağan ve
yabancı görünüyordu. Sanki herhangi bir şehir manzarasıydı, sanki hikâyeler yok
olmuş, insanlar gitmişti. Bu oldukça farklı bir histi. Gökyüzü için onca zorlukla
çıkabildiğim minarenin en üstteki şerefesinden, yeryüzüne, üstelik içinde
bulunduğum şehre şaşırmıştım. Amacıma ulaşmıştım ama umulmadık bir biçimde,
başka bir keşif yapmıştım.
Gökyüzüne
ulaşmak için minare yetmemişti, daha yukarıya çıkmam lazımdı, başka yollar
bulmalıydım. O gün, teleskop edinme isteğim zirve yapmıştı. Yeni idealim
teleskop oldu. Hüsran ile edinilmiş, yeni amacım vardı artık.
O günden
aklımda kalan şehir manzarası ve amaca ulaşmak adına aldığım maceralı yol ise, tatlı pek çok anıyla kaldı aklımda, tabi kuzenimin de.
Ha, halıyı süpürme işi mi? Söyledik elbette ailelerimize, bir süre geçince tabi ki, nitekim kızmışlardı da.😊 Kutsal amacıma ulaşmak için süpürge işi bile mubahtı benim için, alerjiye ve diğer şeylere rağmen. 😊
E.E
Yine çok sıcak ,okuyanı çocukluğunun Hayalperestliklerine taşıyan bir yolculuk .Emeğinize sağlık 👏👏👏👍
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim Bülent Bey, hayallerimiz hep canlı olsun. Böylece kendi renklerimiz ile boyayalım dünyamızı.
SilDeğer kattınız.
Canım kızım çocukluk yıllarında yaşanmış bir anıni akicı bir o kadar da sıcak dille yazmışsın.Yüreğine ve kalemine sağlık. O günleri hatırladım ve mutlu oldum.
YanıtlaSilCan içim 🙏
SilGüzel bir 5 dakika geçirdim.😀çok güzeldi.
YanıtlaSilNe çok sevindim buna, teşekkür ederim. 🙏Çocukluk yılları...
SilHer şeye rağmen hedefe kitlenen ve başaran bir çocuk keşke bu çocuk cesareti ve merakı hep baki kalsa biz buyusek de kalemine sağlık ❤️
YanıtlaSilDeğerli yorumunuza teşekkür ederim.🙏
SilHarika
YanıtlaSilTeşekkür ederim 🙏
Sil💙
YanıtlaSil😊
SilAdı üzerinde çocuk yine çocuk olabilsem... ❤️
YanıtlaSilİçinizde bir yerde vardır, eminim 😊
SilGökyüzünün maviliğine çocuklugunuzda tutulmuş luk,hatırlayıp akıcı bir anlatım ile aktarabilmek benide çocukluguma götürdünüz.Teşekkürler yüreğinize sağlık 🙏💙
YanıtlaSilGüzel bir şeye vesile olmuşum, mutluyum. Ben de size teşekkür ederim, takibiniz ve dikkatiniz için, selamlar.
SilÇok güzel kaleme alınmış,heyecan verici ve akıcı bir anektdot..Öyle zannediyorum ki;
YanıtlaSilBu çocuk kahraman siz olmalısınız..
Doğrusu ideallere ulaşmak arzusu çok tesirli bir insanlık hali...
Çok daha fazla cümleler kurulabilir..
Sizi kutluyorum E.E
Ne güzel yazmışsınız "ideallere ulaşmak arzusu çok tesirli bir insanlık hali." Teşekkür ederim, tüm güzel yorumunuz için.
SilÇocukluk hikayeme ortak olmanızdan mutluyum. Güzel, aydınlık günler dilerim.
Sıcacık bir hikaye. Çocukluk hayallerine dahil olmak çok güzeldi. Aynı heyecanı duydum yüregimin çocuk yanıyla. Yüreğine sağlık canimm 🥰💐💞
YanıtlaSil*Sergül*