DÜN, İNSAN NEYDİ? BUGÜN NE?


 

 

Güç, iktidar ve para…

Bugün birlikte bir yolculuğa çıkacak ve bir takım olayların nasıl birbirini izlediğine tanıklık edeceğiz. Ama öncelikle güç ve iktidar meselesine biraz bakalım ne dersiniz?

Ekonomik temellere dayanmayan bir güç, ancak ve ancak gelişmiş kas gücünde olabilir ki, bu da iktidar anlamında pek de dikkate alınmayacaktır elbette ki. Güç, temelde ekonomik kaynaklara ve bu kaynakların yönetilebilme kabiliyetine bağlı olarak gelişecektir. İktidar olma durumu, güçlü olmayı temel kılarken; güç, her zaman iktidarlık hedefine ulaştırmayabilir. Hem güce hem iktidara sahip olmak ise bir anlamda stratejik olarak nabız tutmayı da mecburi kılar ki, işte tam da bu noktada başlıyor yolculuğumuz.

Biraz gerilere gidelim ve kitlesel birleştirici güçlerin, otoriter güç odakları açısından ne denli önemli olduğuna bir bakalım. Dünya gezegeninde, her dönem için, en önemli kitlesel birleştirici güç, “din” olmuştur. Otoriter güçlerin asla dikkatinden kaçmayan bu birleştirici güç, tarihin sayfalarını açtıkça, bambaşka coğrafyalarda, bambaşka insanlar ile karşımıza çıkar. Ortak nokta ise birleştirici gücün (dini güç), otoriter güç odaklarınca büyüme amaçlı kullanılmış olmasıdır.

Hazırsanız yola çıkabiliriz.

MS. 30 ile 36 yılları arasında (bazı uzman hesapları 33 yılını işaret eder) İsa Peygamber çarmıha gerilir. O güne kadar, birkaç yüz kişiden oluşan Hristiyan nüfus, zulüm görmüşlerdir. Hıristiyanlık dini, Yahudiye eyaletinde oluşmaya başlamıştır ve ilk Hıristiyanlar yeni dinin Yahudiler için geldiği düşüncesiyle, Yahudiler dışındaki topluluklara misyonerlik çalışması yürütmemişlerdir. Bu konu, üstelik kendi aralarında da tartışma konusu olmuştur. Yahudi olmayanların da, Hristiyan yapılması konusu, bir süre zaman alırken, havariler sayesinde ilk misyonerlik faaliyetlerini de görmek mümkün. Başlangıçta küçük ve düzensiz mezhepler şeklinde görülen Hristiyanlık, misyonerlik faaliyetleri ile yayılmıştır.

Aynı tarihlerde Roma İmparatorluğu büyük bir güç ve otorite merkezidir. Antik Roma geleneklerinde kral, tanrıya eşdeğerdir ve teokratik bir yapı söz konusudur. Yahudiye’de zulme uğrayan Hristiyanların bir kısmı için, Roma İmparatorluğu sınırları dahilinde olmak, korunaklı algılanmış olabilir kanımca. Ayrıca gücün ve büyüklüğün yakınında, sınırları içerisinde olmanın, geçim kolaylığı ve yeni fırsatlar anlamında da cazibesi her dönem için olmuştur. Tıpkı bu dönemde olduğu gibi, o dönem için de insanlar, ekonomik olarak daha iyiye ve fırsatlara ulaşma çabasındaydılar.

200 yıl kadar, Hristiyanlar, küçük gruplar halinde fakat dağınık bir biçimde yaşamlarını sürdürmekteydiler. Roma İmparatorluğu içerisinde ise, MS. 300 yıllarına kadar Yahudilik, resmi olarak tanınırken, Hristiyanlık tanınmıyordu. Yahudilerin misyonerlik faaliyetlerinin olmaması ve kendi dinlerini kendi içlerinde yaşama tarzları, Roma İmparatorlarını çok tedirgin etmemiş olsa gerek. Oysa Hristiyanlar için durum farklıydı ve çok fazla zulme maruz kalıyorlardı. Ben bu durumu, -mevcut teokratik yapıya tehdit algısı- olarak düşünüyorum.

MS. 313 yılında ise çok garip bir şey olur ve İmparator Konstantin, kendinden önceki imparatorları ve Roma geleneğinden gelen “kralın tanrı sembolü olma durumunun” tersine, Hristiyanlığa yasal statü kazandıran, Milano Fermanı’nı yürürlüğe sokar. İşte bu tarihlerden sonra Hristiyanlık, daha büyük bir hızla yayılmaya başlayacaktır. Konstantin’in kişisel olarak Hristiyanlığı benimsemediği yönündeki görüşler ise bir hayli fazladır.

Burada bir mola alalım ve şunu irdeleyelim. Konstantin, o dönemin koşulları düşünüldüğünde, halkın mezhep ve inançlara ayrılması yerine, birleşmiş bir güç tercih etmiştir. O dönem için, mutlak birleştirici güç olan, tek tanrılı yeni dine, yasal statü kazandırmak ve resmi olarak kabulü (Hristiyanlık) ile ilk bakışta, kendi statüsü olan, tanrıya eşdeğerliği yok etmiş olarak görünse de, iktidarın devamlılığı için oldukça iyi bir hamle olduğunu görmemiz mümkün. Roma İmparatorluğu’nda bu ve sonrasında yaşanan olaylar da söz konusu  gerçeğin ispatı niteliğindedir.

Olaylar zinciri bu kadarla da bitmiyor elbette. İznik konseyi ve Ortodoks merkezî yapılanması ile devam eden dönemler. Bu dönemlerin detaylarına girmeyeceğim. Sadece şunu vurgulamak isterim ki, dini arkasına alan Eski Roma, yeni Bizans İmparatorluğu’nun yıllar sonra gireceği garip durum, madalyonun diğer tarafındaki çarkın dönüşü gibi.

Gelelim sonraki yıllara, ticaretin çok kıymetli olduğu ve Akdeniz coğrafyasının liman avantajları sebebiyle, ticari faaliyetlerin yoğun olduğu bölgeler. Bu faaliyetlerden çok ciddi pay alan ise Bizans İmparatorluğu elbette. Hristiyan Bizans topraklarında, Hristiyanlıktan da önceki yıllarda, varlıklarını sağlayan ve pek de dokunulmamış olan Yahudiler. -Hatırlayacaksınız yazının üst sıralarında Roma İmparatorluğunun yasal statü kazandırdığı din olan Yahudilikten bahsetmiştim. - Ne var ki azınlık Yahudiler Akdeniz’de dağınık şekilde yaşam sürdürmektedirler. Bu bölgelerdeki ticari faaliyetlerde önemli bir role sahiptiler. Yahudiler, İmparatorluk toprakları dahilinde, ekonomik bir seviyeye ulaşmayı başarmışlardı. Kilise tarafından galeyana gelen Hıristiyan halk, Yahudilere karşı seslerin daha da yükseldiği yeni bir dönemin başlangıcına gelmişlerdi. Bu dönem, Hristiyan inancına sahip insanlara, geçmişe gönderme yaparak ve inanç ayrılığı noktasından dayanaklar ile aktarılsa da, gerçekte en büyük sebep, ekonomik güç noktasında dengelerin, Yahudiler lehine değişiyor olmasıydı. Yahudiler ticarette güçlü hamleler yapmıştı ve yapıyordu da. Üstelik özellikle Venedik’te su kanallarının kullanılmasıyla, önemli bir ticari merkez oluşmaktaydı. 11. yüzyılda Venedik, “Altın Venedik” diye anılırken, artan ticaret, bankerleri doğurmuş, bu işi de en iyi yürüten Yahudiler olmuştu. Yahudi tefeciler aslında o bölgedeki ticaretin finans kaynağı haline gelmişlerdi.

Peki Hristiyan Bizans İmparatorluğu ne yaptı dersiniz?

Yahudilerin kent yerleşimlerini yasaklamışlardı ve kentte yalnızca dükkan ve depo açmalarına izin veriyorlardı. Daha sonraki dönemlerde ise işler daha da büyüyecekti. MS.300’lü yıllarda İmparatorlukta temelleri atılan Hristiyanlık, 1500’lü yıllara gelindiğinde, kilise tarafından, Bizans İmparatorluğu yönetimine baskı yoluyla, "taraf olma halini" yaratacaktı. Rahipler Yahudileri istemiyor, Venedik’ten gönderilmeleri yönünde baskılar yapıyorlardı. Fakat onca ekonomik alt yapının sahibi olan bu insanları, Bizans yönetimi bir anda dışlamak istemiyor, bu çarkı ticari lehte kullanmak istiyorlardı. Vaktinde, dini, kitlesel birleştirici güç olarak, kendi lehine kullanan Bizans yönetimi, şimdiyse aynı dini gücün, başka güçlü elleredeki varlığı sebebiyle (kilise), yönetimde özerk davranamıyordu. Aslında yüzyıllar önce kuşandığı silah, şimdi ensesindeydi. Ne mi oldu? Venedik’te ilk “getto” kuruldu. Evet evet, getto kuruldu. Tüm Avrupa, Yahudilerin ticari gücünden rahatsızdı ve Venedik’e göç eden pek çok Yahudi zaten Orta Avrupa’dan göç etmişti. Şimdiyse Venedik’te “getto” düzeni ile Dünya, ilk defa bir tecrit olayına tanıklık edecekti. Etrafı sularla çevrili, köprü ile ana karaya bağlı küçük bölge, getto alanı olarak kullanılacaktı. Bu oluşum, tarihin en büyük "din kökenli tecrit" olayı idi. Yahudiler ticarete devam edecekler, bankerlik yapacaklar ve yüksek vergiler ödeyeceklerdi. Ama gettoda yaşayacaklar ve akşam belli saatte kilit altına alınacaklardı, ta ki şafak vaktine kadar. Kısıtlı hakları olacaktı. Yaşam, küçük, kapalı alanlarda devam edecekti. Mülk sahibi olamayacaklardı. Binalarının mevcut alanlarını genişletemeyeceklerdi, sadece kat çıkabileceklerdi.



Ne ilginçtir ki, keser dönmüş sap dönmüştü. Güç ve iktidar, ilk zamanlarında zulüm ve aşağılanma gören Hristiyanları, zulüm ve aşağılamayı tercihleri ile yapar hale getirmişti.

8

Çoğunuzun ilk gettoları, Naziler döneminde olduğunu düşündüğünüzü tahmin ediyorum. Fakat dünyadaki ilk getto Venedik’tedir. Nazi dönemi ise, Yahudi gettoları açısından, katliamlarla ve zorluklarla dolu yılları, insanlığın yok oluş hikayeleriyle, elbette en sarsıcı dönemler arasındadır.

Üstelik olaylar burada da bitmeyecekti.  Dinler üzerinden otorite ve hakimiyeti artırma çabasında olan güç ve iktidar sahipleri, benzer olayları başka coğrafyalarda, başka din mensupları üzerinden devam ettirmek konusunda ustalaşmışlardı.

1500’lü yıllarda Venedik’ten başlayarak, 1932 yılları itibariyle Nazi Almanya’sına uzanan Yahudi gettoları ve acılarını çekmiş Yahudiler, gün gelecekti ve aynı şekilde başka dinden insanlara, aynı acıları yaşatacaktı.

Ne yazık ki madalyon ardındaki çark yine çalışmaya başlıyordu.

2. Dünya savaşı akabinde kurulan ve Filistin başta olmak üzere, o coğrafyadaki diğer Müslüman ülkeler ile defalarca savaşmış İsrail, bu defa da tarihte yaşadığı acı dolu getto tecrübelerini, Müslümanlar üzerinde kullanacaktı. Batı Şeria gettosu, yüksek duvarları ve kısıtlı yaşam ile günümüzün gettosu olacaktır. İlginç olansa, Filistin’nin kuruluşunda destekçi olan ülkeler, mevcut durumu izleyecek ve ilk dönemler kınama mesajları ile yetinecek, sonrasında ise İsrail tarafında varlıklarını sürdüreceklerdi. MS.30 yıllarından 2022 yılına kadar din, güç, iktidar, para anlamında değişen hiç birşey olmaması şaşırtıcı olmakla birlikte, aynı filmin tekrarı gibi. 

Dünya'nın bir başka bölgesinde Uygur Türkleri'nin yaşadığı tecrit de yine hazin öyküler, kan donduran gerçeklerle dolu.  

Din üzerinden, güç ve iktidarlarına mislini katan kişi, aile veya ülkelerin, servetlerindeki domino taşları yerlerinden oynamasın diye, gettoları oluşturma hallerinin, o gettolarda acı çekmiş, yok olmuş insanların torunları tarafından örnek alınması ne tuhaf değil mi? Onca acı yaşanmışken üstelik. Bu bir intikam mı, taktik mi?

Güç ve iktidarı mutlak kılan ekonomik koşullar değiştikçe, ekonomik kaynaklar el değiştirdikçe, gücün sahipleri değiştikçe ve her seferinde dinî bir sebep yaratılarak, oyun oynanması ne acınası bir durum aslında değil mi? Üstelik aynı oyunu oynayarak. Sadece kaleler değişiyor ama goller bile aynı. Tribünler ise hep dolu. 

 

E.E

 

 

 

 

 








Kaynaklar:

Ateş S, Venedik Gettosu: Dünyadaki İlk Getto Yerleşmesinin Mimari Kurgusu, Anadolu Üniversitesi Bilim ve Teknoloji Dergisi, 2010 (Cilt/Vol.:11- Sayı/No: 1:59-79)

Prof. Dr. Arslan A, İsrail’in 2097 Stratejisi, İndependent, 27 Mayıs 2021,

Savran, S, Kent Sosyolojisi, Göç, Kent Tarihi: Dünya’nın İlk Gettosu, Politeknik, 01.08.2019

Bizans İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu, Hıristiyanlık, Vikipedi

Roma İmparatorluğu’nda Hıristiyanlık, khanacademy.org

Yorumlar

  1. Son paragrafınız durumu anlatmaya yetmiş.Kaleminize yüreğinize sağlık Evrim Hanım👏🏼👏🏼👏🏼.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tersine bir durumu yazmayı ne çok isterdim. Teşekkür ederim 🙏

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

SANDIK (podcast)

KIZILCAGÜN (podcast)

BİRLİK ve AYRIŞMAK