ATATÜRK'ÜN MANEVİ BABASI:ABDİTOLULU HACI HÜSEYİN AĞA
Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili pek çok bilgi ve belge
bulmak, okumak elbette mümkün. Onun, lider olma tarafını tartışacak değilim.
Dünyanın gönlünde taht kurmuş bir lider hem de. Benim uzun zamandır
ilgilendiğim konu Atatürk’ün insan tarafıdır. Çünkü şunu biliyorum ki,
farkındalığı yüksek insanlar her dönem için, çok daha duyarlı ve detaylara hakim
yapıdadırlar. Bir liderde ise bu özellik, lideri, kitleleri sürükleyen yapmaz
sadece, onu gönüllerde yaşatır, özletir, aratır. O göçse bile fani dünyadan,
ardında milyonlarca kendinden bir parça bırakır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün, mütevazi ve halkın içinde var olan
yönü, dünya liderlerinin neredeyse tamamına yakınına nazaran inanılmaz bir başkalık
içindedir. Gerektiğinde oldukça sert ve radikal
kararlar alabilen bir insanın, asker kökenli olmasına karşın, söz konusu halkı olunca, bu denli hoşgörülü ve
tebessümü önemseyen bir lider olma özelliği, onun, insanlarına duyduğu sonsuz
sevgi ve hürmetten ileri gelmektedir.
Mustafa Kemal Atatürk, global olayları iyi okuyabilmiş ve
tıpkı bu gün olduğu gibi o gün de, menfaat ve güç çevreleri altında ezilmiş bir
ulusun yanında olma kararlılığı, ilk günden beri hep yüreğindeki hazinesiydi. Çünkü
o biliyordu ki, ulus demek kendi demekti, kendisi ise ulusun temsiliydi. Ayrıca
Mustafa Kemal’in bildiği bir şey vardı ki, o da Türk milletinin, ne yaşanırsa
yaşansın, söz konusu vatan olduğunda sabırlı, namuslu ve dik duruşunu asla ama
asla başka hiçbir şey ile değiş tokuş etmeyeceği idi. “Damarlarınızdaki asil
kan” tanımlaması ise, konuya işaretle, yansımasıdır. Bu
denli büyük ve onurlu cephe oluşunca da haliyle, onur ve haysiyetten uzak
kalanlar, kendileri için büyük çevreler yaratamamışlardır. Böylesine büyük güç, ancak
ve ancak farkındalığı yüksek, sevgiyi bilen, insana değer veren, öngörülü, geçmişe
hakim, milletini tanıyan, ahlaklı ve adil bir lider tarafından yaratılabilir. Söz konusu güç birliğini oluşturmak, askeri savaş taktiklerinden çok başka tarzda
davranış ve algı gerektirir.
Pek çok özel anıları var Mustafa Kemal Atatürk’ün. Bazıları ise az
kaynakta yer alan, gönülden çıkan anılar diyelim. Bunlardan bir tanesi de
Abditolulu Hacı Hüseyin Ağa ile yaşanan anılarıdır.
Ulu Önder, 1923’te, 5’inci kez Konya ziyaretindedir. Onu
karşılayan heyet içerisinde 80 yaşında bir köylü dikkatini çeker, konuşmaya
başlarlar. Abditolu köyünden Hacı Hüseyin Ağa’dır. Mustafa Kemal, Hacı Hüseyin
Ağa’ya çocuklarını sorar. Hacı Hüseyin Ağa, bir oğlunu Çanakkale’de, diğer
oğlunu ise Sakarya’da şehit vermiştir. Anlatır… Nihayetinde şöyle der: “Bana
baba diyecek bulunur elbet, vatan sağ olsun”. Mustafa Kemal Atatürk, çok
duygulanır ve Hüseyin Ağa’ya, “Sen, babam olur musun?” der. 80 yaşındaki, iki
evladını şehit vermiş bu büyük yürekli adam, artık Mustafa Kemal Atatürk’ün manevi babasıdır.
Ulu Önder’in bu lafı, gönül almak için
değildir sadece. Atatürk’ün bu arzusu, Konya Valisi Kazım Müfid Bey ve diğer
ileri gelenler tarafından da benimsenmiştir. Bir keresinde, Konya Belediye
Başkanı Kazım Gürel, Hacı Hüseyin Ağa’yı da Ankara ziyaretinde yanında
götürmüştür. Çankaya Köşkü’ne birlikte gitmişlerdir. Hacı Hüseyin Ağa, Latife
Hanım için yün, işlemeli çorap hazırlatmıştır. Hediyesiyle birlikte Çankaya
Köşkü’ne gelen Hacı Hüseyin Ağa, Atatürk ve Latife Hanım’ın yurt gezisinde
olması sebebiyle, paketini teslim edip, oradan ayrılmıştır.
Hüseyin Ağa’ya, “Ankara'yı, Gazi’nin köşkünü beğendin mi?”
diye soranlara, Hüseyin Ağa, “Gaç hey len! Köşk dediğin ne ki, deliyi bağlasan
durmaz” cevabını vermiş, bu cevap Mustafa Kemal Atatürk’ün kulağına kadar
gitmiştir. Onun samimiyetini bilen Atatürk’ün ise, çok hoşuna gitmiştir.
11 Ocak 1925 tarihinde ise, Mustafa Kemal Atatürk, eşi ile
birlikte Konya’dadır. Atatürk, manevi babasını unutmamış ve onu ziyaret etmek
istediğini bildirmiştir. Ertesi gün için program yapılır ve Gazi Mustafa Kemal
Paşa, eşi Latife Hanım ve yanındaki heyet ile birlikte Hacı Hüseyin Ağa’nın
evini ziyaret ederler.
Şimdi haberin orijinal haline gidelim ve o günleri birlikte yaşama fırsatı edinelim.
--------o---------
"
“Konya, 11 Ocak (hususi muhabirimizden) Gazi Paşa hazretleri yarın birçok heyetleri kabul ettikten sonra Hacı Hüseyin Ağa’yı hanesinde ziyaret edecek ve saat birde hususi trenle Adana’ya doğru hareket edecektir.”
Vakit
gazetesi, 12 Ocak 1925, sayfa: 8.
21 Ocak 1925 tarihli Vakit gazetesinde
“Reisicumhur, Hüseyin Ağa’nın evinde” başlığıyla yayımlanan Arap harfli Türkçe
haber:
“Reisicumhur, Hüseyin Ağa’nın evinde.”
Hüseyin Ağa, karısıyla nasıl evlendi? –
Latife hanıma hediye edilen çoraplar – Ah şu gazeteciler – Hutbeden ne
anlıyorsun? – Bohçaya konulan para – Kadayıf hikayesi
Reisicumhur Hazretlerinin Konya
seyahatleri esnasında Hüseyin Ağa adlı bir köylünün evini de ziyaret ettiğini
yazmış, Hüseyin Ağa ile zevcesinin ve evlerinin resimlerini koymuştuk. Konya’da
münteşir (yayımlanan) Babalık refikimiz muharrirlerinden Ekrem Reşat Bey bu
ziyaretin tafsilatını haber vermektedir:
Reisicumhur Mustafa Kemal Paşa Konya’da
Abditolulu Hüseyin Ağa hanesinde. Hüseyin Ağa Konya’nın ne eşrafından, ne de
muteberan (önde gelen) dediğimiz sınıf kibarındandır. Onu bütün Konya bilir ki
tam bir köylüdür. Hüseyin Ağa Gazi’nin Konya’ya ilk ziyaretlerinden beri onun
aşinasıdır. Geçen sene Ankara’ya kadar gitmiş ve Gazi Paşa ile muhterem eşine
çam sakızı çoban armağanı kabilinden bazı hediyeler götürmüş, Gazi kendisini
Çankaya’daki köşkünde kabul etmiş ve konuşmuştu.
Gazi Paşa hazretleri bu defa ki
seyahatlerinde Hüseyin Ağa’yı görmek istedi, evine gitti, Hüseyin Ağa
sevincinden uçacak gibi…
Otomobilin kapısını açarken dedi ki:
Paşa; bizler gibi fukaranın kalbini
almak için fakir evimize geldin. Bizim kalbimiz, seni misafir etmeye layık
değil. Fakat görüyorsun ya; şu etrafta toplanan analar ve hemşireler,
ihtiyarlar.. Cümlesinin kalbi seni misafir etmek için hazır. Bizim
noksanlarımızı görme.
Latife Hanım’a dönerek:
– Var ol kızım. Allah size uzun ömürler
versin. Validen işte kapıda, seni bekliyor. Konya’ya geldiğin günden beri
kızımı göreyim diye ağlıyor. Bilsen onu, şimdi nasıl seviniyor.
Altmış yetmiş yaşı arasında, zinde, şen,
tam manasıyla bir Türk kadını iri vücuduyla Gazi’yi karşıladı.
– Paşam hoş geldin. Allah ömrünü uzun
etsin.
Dedi, misafirler bir kattan ve iki
odadan ibaret olan binaya üç basamaklı bir merdivenden çıkarak girdiler.
Minderler döşenmiş, cicimlerle bezenmiş, beyaz badanalı aydınlık, tertemiz bir
oda.
Reisicumhur sedirin sağ tarafına bir
köylü gibi bağdaş kurarak oturdu. Latife Hanım da diğer köşeye çekildi.
Fahrettin Paşa, belediye reisi Kazım Bey ve rüfekaları hanım ve diğer zevat
etraftaki minderlere oturdular. Gazi, Hüseyin Ağa’nın haremini sol tarafına ve
Latife Hanımla kendi arasına oturttu. Hüseyin Ağa’nın haremi Latife Hanım’ın
başını bütün bir analık samimiyetiyle okşadıktan sonra elini tuttu:
– Biraz ateşin var, hasta mısın? dedi.
Ayranlar içildikten sonra Gazi Hüseyin
Ağa’ya hitaben:
– Nasılsınız, rahat mısınız?
Hacı Hüseyin Ağa cevap verdi:
– Elhamdülillah Paşam, ne rahatsız
olacağız. Sizi gördük. Daha iyi olduk. Bir oğlum var köyde çalışır eker, biçer,
zahiremizi, her şeyimizi gönderir. Biz de burada yer, içer, otururuz.
Gazi: (Hacı Hüseyin Ağa’nın haremine
dönerek): Başka oğlunuz var mı?
Hanım: Üç erkek çocuğumuz vardı.
Bunlardan ikisi memlekete gâvur gelmişmiş, devlet emretti, muharebeye gittiler.
Orada şehit oldular. Birinden beş, diğerinden dört çocuk kaldı. Köydekinin de
dört çocuğu var. О iki şehidin karılarına. yavrularına, sağ kalan bu oğlumuz
bakıyor. Şükür olsun; kimseye muhtaç değiliz; geçiniyoruz.
Gazi diyordu ki:
– Türk yavrularının bu yüksek duygulu
anaları oldukça istikbalimiz emindir. Bu yüce hissi kuvvetlendirmek lazımdır.
İşte bu kadın hakiki bir kadın efendidir… Evet, hakiki bir kadın efendi…
Gazi Hacı Hüseyin Ağa’nın haremine
sordu:
– Hacı Hüseyin Efendi sizi almadan evvel
bir haremi daha varmış, doğru mu?
– Evet paşam, evvel bir haremi vardı.
Dört çocuğu da vardı. Benim hemşirem Hacı’nın kardeşi Ali Efendi’de idi. Ben
hemşiremin yanına gidip geldikçe bu Hacı bana gönül koymuş. Babamdan istedi.
Babam evvela vermemek istedi ya; o zorla, ısrarla nihayet beni aldı.
– Nasıl iyi geçinebildiniz mi?
Evvelki haremi biraz huysuzcaydı. Hatta
ekmeği filanı kitlerdi. Ama ben idareli olduğumdan, gürültüye meydan vermedim.
İyi geçinmeye çalıştım. Evvelki haremi Hicaz’a gidinceye kadar pek tatlı
geçindik.
Latife Hanım: – Sizi mi çok severdi,
evvelki haremini mi?
Hanım: Ben ferik idim. Tabii beni çok
severdi.
Latife Hanım: Desene hanım, bizim
pabuçlar dama atıldı!
Hanım büyük bir şaşkınlıkla hemen güya
bir hatayı tamir eder gibi
– Yok… Ana kızım. Ben latife ediyorum.
Öyle söylemedim. Allah arkadaşından ayırmasın. Bak kızım.. Hacı’ya bana; bizi
kantarlar çekmiyor. Ne olur siz de burada otursanız da rahat etseniz.
Hacı Hüseyin Efendi (diz çökmüş ve
ellerini dizlerinin üstüne koymuştu): Pasa! Bilmem, aklım erer de mi söylerim.
yoksa ermez de mi söylerim. Biz seni böyle iki üç senede bir kere görmekle
doyamıyoruz. Şurada daimi otursan. . . Rahat etsen. Onlara da haber göndersen,
buraya gelseler.
Gazi: Onlar kim?
Hacı Hüseyin Ağa: Hep işte o
hükümettekiler, filan. . . Onları çağırıver buraya gelsinler vesselam.
Gazi: Hacı aklın eriyor. Нem pek iyi
eriyor.
Bunu müteakip Gazi sözün mecrasını
değiştirdi.
Hacı Hüseyin Ağa Latife Hanım’a dönerek
dedi ki:
– Hani geçen sene sana çorap
getirmiştim. İşte onları bu validen yapmıştı. Şimdi yine çorap hazırladı.
– Teşekkür ederim Hacı efendi.
Hacı Hüseyin Ağa Gazi’ye dönerek güya
Latife Hanım’a çorap hediye edildiği halde Gazi’ye verilmezse gücenir zannıyla:
-Oğlum, dedi, senin de çorapların hazır,
sana da hazırladılar.
Hacının bu çocukça saflığı andıran
sözleri, bilhassa Gazi’ye çoraplar için verdiği teminat hazır bulunanları
güldürüyordu. Hemen sözünü değiştirdi. İlave etti:
– Ah oğlum.. Sen bana darılmışsın doğru
mu? Güya geçen sene Ankara’da bir şey söylemişim. Sen bundan bana gücenmişsin,
doğru mu? Bunu o muzır gazeteciler yazmış eğer hatırına bir şey geldiyse vazgeç
oğlum, bana darılma.
Gazi: Ne söylemiş gazeteciler ne yazmış?
– Ben sana güya burada deliyi bağlasan
durmaz demişim. Ben bunu başka maksatla söylemedim. Paşa bütün akıllıları buraya
toplamış, buraya deli giremez, demek istedim. Canim şu gazeteciler de ne tuhaf
adamlar, adamın arasını açmaya çalışıyorlar. Bilmem nereden işitirler, nasıl
duyarlar. Yoksa içimizde mi bir muzır var! Korkarım ki bugün konuştuklarımızı
da yazarlar.
Gazi Hüseyin Ağa’ya sordu:
– Hani mahallenizde bataklık vardır
diyordun. Yollarınızı gördüm. Çok iyi. Bataklık yok.
Hacı: Yaz olsa da bir görsen. Belediye
yaptırdı ama bitiremedi. Parası yok belediyenin. Kifayet etmiyor. Bütün
paraları Ankara’ya çekme oğlum. Az da burada bırak da belediye şunları yapsın.
– Peki Hacı size yardım ederiz.
Hacı Hüseyin Ağa bu vaadi alınca biraz
daha ileri gitti. Mahallelerinde bir cami yaptırdıklarını, imamın maaşı altı
lira olduğunu ve geçinemediği için başka bir yere kaçacağını ve hiç olmazsa
maaşına bir zam yapılarak yirmi liraya yükseltilirse durabileceğini söyledi.
Gazi hocanın mahallede namaz kıldırmaktan gayrı bir vazifesi olup olmadığını
sordu.
Hacı Hüseyin Ağa: – Efendim. Hutbe okur,
muvakkat katiplikte bulunur.
Gazi: – Hutbeden ne anlıyorsun Hacı?
doğru söyle.
– Ne anlayayım oğlum. Okuyorlar, biz de
dinliyoruz. Ben cahil bir adamım. Tabii anlayan anlar. Tabii sizler anlarsınız.
– Ben de anlamıyorum.
– Nasıl anlamazsın? Geçende elhamın.
kulhünün manasını bana verdin. О günden beri ben düşündükçe hep ağlarım. İki üç
gündür hocalara gittim. Onlara dedim ki:
– Haydi bir bakalım, düşün önüme, sizi
Paşa’ya imtihan ettireceğim. Bak korkularından yanına yanaşamadılar,
gelemediler.
– Canim hutbeden hiç de mi bir anladığın
yok?
– Arada bir devlete dua ediyorlar. Onu
anlıyorum, ama ötelerini anlamıyorum. Paşam çok ileri gitme. Ben cahilim. Beni
karının yanında imtihan edipte mahcup etme.
– Mahallenizde mektep yok mu?
– Ha, iyi hatırıma getirdin oğlum. Geçen
sene yalvardık yakardık. Bize evin yanında bir mektep yapmaya karar verdiler.
Bohçaya (bütçe) iki üç bin lira koymuşlar.. O da yetişmemiş, altı bin lira
lazımmış. Bu sene yine yakaracağız. Sen de bir himmet et de şu mektebimiz
yapılsın. Bilmem ki ben bohça yalnız kadınların olur zannederdim. Meğer
erkeklerin de bohçası olurmuş. Mektep parası bu bohçaya konulurmuş. Nedir bu,
yapıversinler çıksınlar.
– Köyünüz nasıl? Bir arzunuz var mi?
Hepsine benden selam söyle.
– Köyümüz çok iyi. Hükümette islerimiz
iyi görülüyor. Doğrusunu istersen, eskisi gibi değil. Yalnız şu Ziraat
Bankası’ndan köylüye birbirine kefil olmakla para vermiyorlar. Konya’da mutlaka
bir tüccar kefil istiyorlar. Ah oğlum! Bunu bize düzelttiriver. Herkes
tüccardan kefil bulamaz. Bana kalırsa sandık azalarını çiftçiden yapsak. Onlar
para verecek vermeyecek çiftçileri pekâlâ bilirler. Yine sen bilirsin..
Bu aralık Latife hanım, Hacı Hüseyin
Ağa’nın haremine sordu:
– Hacı Efendi sizi aldığı zaman bir
kadayıf hikâyesi olmuş… Bu nasıl oldu?
– Kızım, başını ağrıtmazsam anlatayım.
Eski zamanda bizim evlere senede bir iki defa kadayıf girerdi. Hacı bir gün
bize kızmış, Anasına demiş ki, sana kadayıf göndereceğim. İyi pişiremediler
diye bahane ederek şu karılara adamakıllı bir sopa atacağım demiş. Kadayıf
geldi. Ramazandı. Biz de pişirdik, akşama hazırladık. Hacı namazdan geldi. Bir
surat, bir kıyamet. Hiçbirimizin yüzüne bakmıyor. Somurtuyor. Yemek yememek
istiyor. Kaynanamız ne zorladı, yine yemedi. Biz tuttuk, yemeği güzelce yedik.
En sonra kadayıfı yedik. İçimden tuttu, Hacı’nın şöyle yüzüne baktım. О da
gözünün altından bir baktı, gülüştük. Bunun üzerine kaynanam:
– Haydi oğlum haydi. Sende avrat dövecek
surat yok. Beyhude yere kadayıftan oldun” dedi. Ah Paşam. Biz Türk’üz,
köylüyüz. kusurumuza bakmayın.
Gazi: Ne demek, hepimiz Türk’üz. Türkler
dünyanın en büyük milletidir. Beyhude sıkılacak bir şey yok…
-Bilmem ya! Şehirliler bize kenar
mahallelidir diye gelmezler.
Latife Hanım: Beğenmemek ne demek.
Milletin esasını köylüler teşkil eder. Siz teşkil ediyorsunuz.
Gazi Paşa kalkmak istedi. Hüseyin Ağa
yalvarıyordu:
– Lokmaya kalalım. Bir köylü yemeği ye.
-Ayran içtik, kahve içtik; Hacı efendi!
Bak, başka işlerimiz de var. Bize müsaade et de gidelim.
Otomobillere binilmişti. Hacı Hüseyin
Efendi elinde bir seccade ile, iki çift çorap ile geldi. Latife Hanım’a dedi
ki:
– Kızım şu hediyeleri al..
Otomobiller yürümeye başladı.”
Vakit
gazetesi, 21 Ocak 1925, sayfa: 1-3
Not: Hacı Hüseyin Ağa ve Hanımına,
Konya’daki evine ait fotoğraflar; 18 Ocak 1925 tarihli Vakit gazetesinde, Hacı
Hüseyin Ağa’nın stüdyoda çekilmiş portre fotoğrafı ise İngiliz gazeteci Grace
Ellison’ın “Turkey To-Day” adlı eserinin 112. sayfasında yer aıyor. Söz konusu
eserde Hacı Hüseyin Ağa’dan bir kaç sayfa söz ediliyor.
Hacı Hüseyin Ağa ve Hanımı.
Kaynak: Vakit gazetesi, 18 Ocak 1925, sayfa. 1
Sen, ne büyük gönüllü, ne mütevazi bir lidersin. Halkı yakından solumak, anlamak ve onların her zaman yanında olmak için ne samimi, açık, sevgi dolu gayretin var. Özledik seni Atam. Saygı ve minnetle...
E.E
Not: Sn. Oral Atilla’ya, Mustafa Kemal Atatürk ve anılarına ait geniş çalışmaları ve yayınları için teşekkürler.Yazının ikinci bölümü kendisinin çalışmasından bir bölümü içermektedir. Saygı ve rahmetle.
Kaynaklar:
Oral Atilla, Atatürk’ün Konyalı Manevi Anne ve Babası: Hacı
Hüseyin Ağa ve Hanımı, 2 Mart 2019, Belgelerle Yakın Tarih
Gazi ve Abditollu Hacı Hüseyin, İşte Atatürk, isteataturk.com
.
Tanrı tarafından Türklere yüzyılda bir başedilen bir lider.M.Kemal ATATÜRK..🙏 Evrim hn.mükemmel bir derleme olmuş.Kaleminize Yüreğinize sağlık🙏‼️
YanıtlaSilHer zaman yüreğimizde, aklımızda ve yolumuz ise yolunda. Çok teşekkür ederim, ben de çok büyük bir ilgiyle derledim, var olunuz.
SilHer zaman ki gibi kaleminize yüreğinize sağlık. Ne güzel bir hediye oldu bu yazınız Cumhuriyet'in 100. Üncü yılında. ❤️🇹🇷
YanıtlaSilTeşekkür ederim, var olun. Nice yüz yıllara 🙏🧿
Sil