NEFRET AYİNİ
“Sakin ol
oğlum, kimse sana ait ol demiyor. Sadece bir düşün. Atalarımız ne demiş, bir
elin nesi var, iki elin sesi var. Buradan bak olaya. Biz kötü bir şey
yapmıyoruz. Bir arada olmanın gücünü yaşıyoruz. Birlikten kuvvet doğar oğlum.
Bak işsiz kaldın, bir yıl oldu babanın emekli maaşı ile geçiniyorsunuz. Nereye
kadar böyle devam edecek? 35 yaşındasın, aklı başında ve akıllısın. Bizimle
gel, gel ve kendi gözlerinle gör olanı biteni. Ben anlatmayayım, sen gör.”
Hasan, duyduğu
bu ses ile umursamaz bakışlarının değiştiğini ve içe dönen bir huzuru
hissetmişti. Bir cümle ona çok dokunmuştu. Babasının emekli maaşı ile geçiniyor
olmaları. Oysaki o, bir tek kendisi ve ailesi biliyor sanıyordu. İyi gizleniyor
sanıyordu. Elindekileri kaybetmiş olmanın verdiği acı zaten çokça canını
yakmıştı, yakıyordu. O her zaman ailesi için vermişti mücadelesini. Güzel dilekleri,
güçlü hedefleri vardı. Şimdiyse, rahat ettirmek istediği babasının eline bakar
olmuştu. Yaklaşık 4 yıldır ne işsizlik, parasızlık ne de sağlık sıkıntıları
bırakmamıştı yakasını. Ne uğruna? Daha iyi bir yaşam… Bu oysaki çok insanca bir
hedefti. Arkadaşının bunları ona acıyarak ve hatta onun için ona yalvarırcasına
söylemesi onurunu zedelemişti. İçi kanadı, aktı, kanadı aktı. Kendi iç sesi bu
çıplaklık için Hasan’ı suçladı. Değişiyordu dünya ve uyumsuzdu Hasan. Belki de
geldiği nokta bu sebeptendi. Prensip gördüğü konularda eğilip
bükülmeyişindendi. Sonuç ona sürekli küçülen bir yaşam ve kaybolan insanları
getirmişti sadece. Belki de bir şans vermeliydi.
“Ben ait
olamam Murat, ben senin gibi değilim” dedi cılız ve ümitsiz bir sesle. Murat
pantolonu sıktığı sağ elini gevşetti ve Hasan'ın sol dizine elini koyup, hafifçe
dokunarak. “Biliyorum oğlum, aidiyet değil bu, geleceği edinmek” dedi.
Hasan,
kalktı, üzerini değiştirdi ve birlikte Murat’ın bildiği salona doğru yola
çıktılar. Salona girdiklerinde 500-600 kadar insan sinema düzenindeki
koltuklarda oturuyordu. Dev ekranda frekansı bilinmeyen ve huzur verici bir müzik
ve karışık renklerden oluşan bir görsel dönüyordu. Ara sıra belli belirsiz bir
çift göz görünüyor sonrasında renk dalgalarında kayboluyordu. Hasan ekranı
takip ediyor ve duyduğu sesten etkileniyordu. Ekrana kilitlenmiş gözleri, ara
ara beynine sinyaller gönderiyor ve düşünce ritmi değişiyordu. Biraz daha
sakinleşiyor ve yaşama duyduğu kırılmışlığını düşünüyordu. Murat rahattı,
Hasan’a göre ekranla o kadar da ilgili değildi. Daha çok etrafındaki insanlara
selam veriyor ve hal hatır soruyordu. Hasan da bazılarını simaen tanıyor, eski
anılar aklına geliyordu. Ne de olsa uzunca bir süredir aktif bir yaşantısı
yoktu. Bu insanlardan pek çoğu onu vakti
zamanında reddetmiş, ticaret yapmamışlardı. Hasan oyunun dışına itilmişti. Bu
kitleye daha önce hep uzaktı ve kendi aralarında dönen her türlü işi daima
ilkesiz ve haksızlıklarla dolu görmüştü. Onlar, kendi kurdukları düzen
çerçevesinde açık ettikleri kurallar silsilesini yeni ilkelermiş gibi lanse
eder, diğerleri dedikleri insanları aşağılarlardı. Oysa bu buz dağının görünen
yüzüydü. Hasan bunu hep sezerdi, güçlüydü sezgileri. Göstermedikleri yüzlerine
ait gerçeklerden bir takım şeyleri bilir, pek çoğunu da bilmezdi. Zaten uzunca
bir süredir düştüğü kendi derdi ile epey yorgundu ve umutları da tükenmişti.
Şimdi o karanlık insanların arasında ve arkadaşı Murat ile birlikteydi. Murat
ise uzun zamandır onlarla idi. Murat’ın yaşantısı gün geçtikçe parlamıştı.
Murat özünde iyi bir insandı ama etrafından çabuk etkilenen, parayı pulu
önemseyen, iş bitirici, politik ve akıllı bir çocuktu. Özünde iyiydi ama bu öz, bu karanlık odada maalesef ki çok uzaklarda idi.
Bir anons
duyuldu, metalik bir kadın sesi şöyle diyordu: Zamanı geldi, zamanın
geldiğine güvenin, güvenmek bu yolculuğun birinci adımıdır. Güvenerek ilk
basamağı çıkın. Şimdi gözlerinizi kapatın ve derin bir nefes alın. Yavaşça
nefesinizi verin. Tekrar nefes alın ve yavaşça verin. Tekrar nefes alın ve
yavaşça verin. Şu cümleyi benimle tekrar edin. “Güveniyorum, buradayım, zamanım
geldi.” Omuzlarınızı gevşetin ve şimdi müziği dinleyerek içinizden bu cümleyi
sürekli tekrar edin. "Güveniyorum, buradayım, zamanım geldi."
Yalın bir
melodi, hafif bir tef ritmi ile müzik oldukça rahatlatıyordu. Bir süre böyle
devam etti ve tef sesi yükselmeye ve ritimleri hızlanmaya başladı. Sese bir
davul eklendi ve ritim iyice yükselmişti. İnsanlar gözleri kapalı bir şekilde
ritme eşlik ederek sürekli aynı cümleyi tekrar ediyorlardı. Salonda bir mırıltı
hâkimdi, sanki fısıldayan büyük bir koro gibi. “Güveniyorum, buradayım, zamanım
geldi.”
Salonun
konsantrasyonunu yine aynı metalik kadın sesi bozdu. “Şimdi, ayağa kalkın ve
liderimizi selamlayın.” Renklerin arasında daha önce hafif hafif beliren bir
çift göz tekrar ekrana gelmişti. O gözler dalgalanan renklerin arasından önce
flu ve yavaşça netlik kazanan bir yüze dönüşüvermişti. Daha önce hiç görmediği
bu yüz, Hasan’a oldukça tanıdık geliyordu ve dahası babasına duyduğu güven gibi
güçlü bir bağ hissedivermişti. İnsanlar coşkuyla “yaşasın liderimiz” diye
bağırıyordu. Salonda ekrana koşmak isteyen insanlar vardı. Hasan olup bitenleri
şaşırarak izliyor, o coşkuya ruhunu kaptırıyordu. Birden güçlü, kendine
güvenli, tok bir erkek sesi ile salon suspus olmuştu. “Merhaba kardeşlerim,
merhaba geleceğin çocukları, merhaba. Sizler gücün birer parçası ve
diğerlerinin karşısındaki duvarın taşlarısınız. Her biriniz güçlü bir taşsınız.
Bize saygı duymayan diğer tüm insanlar bizim düşmanımızdır. Sizler, düşmanı
kahredici ateşiniz ile yakacaksınız. Her biriniz güvenli yerde ve güçlüsünüz.
Bu güven ile ben de sana söylüyorum ki, zamanınız geldi. Burada olan herkes
güvende ve zamanın efendisidir. Unutmayın ki ben sizin sadece lideriniz değil,
rehberinizim de”
Salonda
çığlıklar ve tezahüratlar çınlıyordu. “Liderimiz sen çok yaşaaaaaa”.
Tok ses bir
süre susmuştu. Ekrandaki yüz sanki donmuştu, sanki herkesin gözlerinin içine
bakarak donmuştu. Ağır bir hareketle elini kaldırdı ve tezahüratı kesti. Yakın
plan bu yüz şimdi daha da tanıdık hissettiriyordu. Lider tekrar konuşmaya
başladı.
“Bağlılığın
birinci ilkesi gücümüzü bölünmez kılmaktır. Öyleyse işe düşmanı kahrederek
başlayalım. Nefretinizi belli edin.”
Birdenbire
salonda “kahrolsun, defolun, ölüm, onlara nefes yok” gibi oldukça öfke dolu
sesler yükseliyordu. Yüzler çirkinleşmiş, gölgeler inmişti. Karanlık bir öfke
ile bu kez de bu kalabalık insan topluluğu nefret limanında birleşmişlerdi.
Hasan, şaşkındı ama düşman olarak tanımlamasa da sevmediği insanlar
gelivermişti gözünün önüne. Gözleri, yüzleri süzdü ve kulakları, sesleri
seçmeye çalışıyordu. O öfke girdabı dalga dalga Hasan’a ulaşmıştı ve kalabalığa
katılmamak işten değildi. Ruhu akıyordu ve başladı sevmediği insanlara sövmeye.
Tansiyon bir hayli yükselmişti. Kalabalığın öfkeli gücü şaşırtıcı bir seviyeye
ulaşmıştı. Hasan birden bire onu hayatı zindan eden, dışlayan bu insanların
arasında, onlara dahil olmamış bir akıl ve dahil olmuş bir ruhla kendi dünyasından
bir öfkeyi yaşıyordu. Bu zaten diğerleri üzerinden yaratılmış düşmanca yolun
ilk adımıydı ve ne yazık ki bunu henüz bilmiyordu. Nefret, buluşmak için iyi bir limandı. Para,
refah, özgür bir güç sağlayan bu grup, nefret limanından hep beslenmişti. Üyelerini
artırmış ve maddi olarak da semirmişti. Ait olanlara yapılan manipülasyon bir
saat zaman alırken, burada sarf edilen enerji ve söylemlerin karşılığı ise,
lider ve yanındaki üst kademe için iyi bir kudret ve para yoluydu. O salondaki
insanlar akardan nemalansalar da, bu onların refah seviyesini bir düzeye kadar
artırabilirdi. Zaten herkes için iyi refah düzeyi liderlerinin işine gelmezdi.
Refah düzeyi çok iyi olanlar, o salonlarda olmaz, onlar liderle hareket
ederlerdi. Bu bir güvenli yoldu.
Hasan bağırıyordu,
“kahrolsun düşman, yok olsunlar, kahrolsun.” Hasan’ın düşman algısı ile o
salondaki diğer pek çok insanın düşman algısı oldukça farklıydı. Sonuçta düşman
sözcüğü çatı oluvermişti onları birleştirmek için. Ne fark ederdi ki! Zaman
Hasan’ı da bu girdapta boğar giderdi zaten, düşman gün gelir Hasan için de
onların düşmanıyla aynı oluverirdi. Önemli olan düşman seçmekti. Nitekim seçilmiş düşman vardı, gerekli olan
şey manipülasyona devam etmekti. Öyle de olacaktı.
Nefret ayini
en iyi nöbet alanıydı. Bu nöbet, düşmanı kahreder, insanları olağanüstü bir
şekilde manipüle ederdi. İnsanlar bu manipülasyonu algılamazdı çünkü sır
şuradaydı, herkes kendi söylemini kendisi belirliyordu düşman için. Herkes
kendi cümleleriyle bağırıyor, herkes kendi beden hareketleri ile bunu belli
ediyordu. Dolayısıyla lider suçlu değildi, o iyi niyetli ve koruyucuydu,
rehberdi. Lider onlara refah verendi, onları efendileştirendi. Lider onlara
düşmanı belli edendi, gösterendi. Lider masum ve koruyucu idi. O salondaki
herkes büyük resmin parçası ve taşlarıydılar. Kötü olanlar ise, onların
karşısında olanlar ve eleştirenlerdi.
Murat’ın telefonuna bir sms geldi. Şöyle yazıyordu: “Grubumuza dahil ettiğiniz yeni üye için hesabınıza 5000 TL yatmıştır. Güvenle buradasınız ve zamanınız geldi.” Murat sms’i okudu ve yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. Nefret ayinine devam etti. “Kahrolsun düşman!”
Bu hikayede
yer alan isimler, kişiler ve olaylar gerçek bir olaydan
alıntı değildir, tamamen kurgudur.
E.E
Şimdiki zamanda hüküm süren şey değil mi nefret?… Oysa zaman kısa, yarın güneş doğmayabilir yüreğimize.
YanıtlaSilKutluyorum çok güzel. Son paragraftaki düğümse harika. Kelemine kuvvet. Sevgiler…
🙏 teşekkür ederim. Sevgilerle...
SilResmen günümüzün siyasi özeti gibi...umarım toplumsal gidişatımız nefretle feci olaylara evrilmez.Kalemine sağlık, oldukça etkileyici...
YanıtlaSilGünümüzde değil yalnızca, geçmişte de Dünya'nin hemen her yerinde ne yazık ki acımasız manipulasyonlar oldu. Aslına bakarsanız, mesela teknoloji ile yaşamımız bir taraftan kolaylaşsa bile diğer taraftan manipule ediliyoruz.
SilTeşekkür ederim, begeniniz ve yorumunuz çok değerli 🙏
Dünyanın oluşumundan bu güne kadar yaşanan gerçekleri akıcı bir dil ile kaleminize yansıtmışsıniz 👏Liderlik& Düşmanlık
YanıtlaSilDüşmanlık olgusu bir kitleyi yönlendirmenin en kolay yollarından ne yazık ki. Korkutucu Dünya!
SilTeşekkür ederim.