NEFRET AYİNİ



“Hiçbir yere ve kimseye ait değilim” dedi, karşısındaki hafif göbekli, kel adamın, Murat’ın gözlerinin içine bakarak. Murat, masaya koyduğu dirseklerinden birisini sağ bacağına yavaşça indirdi. Sağ eli tam dizinin üzerinde duruyordu. Diğer eliyle kafasını kaşıyarak başını öne eğdi ve sağ eline baktı. Aslında öfkeliydi ve bu öfkeyi ona belli etmeden dışa vurdu. Avuç içine denk gelen pantolon kumaşını kavradı ve sıkmaya başladı. Biraz sakinleşmeye çalıştı. Çünkü öfke onu varmak istediği yere götürmeyecekti. Sakin ve durağan bir sesle ikna etmeliydi, öyle de devam etti.

“Sakin ol oğlum, kimse sana ait ol demiyor. Sadece bir düşün. Atalarımız ne demiş, bir elin nesi var, iki elin sesi var. Buradan bak olaya. Biz kötü bir şey yapmıyoruz. Bir arada olmanın gücünü yaşıyoruz. Birlikten kuvvet doğar oğlum. Bak işsiz kaldın, bir yıl oldu babanın emekli maaşı ile geçiniyorsunuz. Nereye kadar böyle devam edecek? 35 yaşındasın, aklı başında ve akıllısın. Bizimle gel, gel ve kendi gözlerinle gör olanı biteni. Ben anlatmayayım, sen gör.”

Hasan, duyduğu bu ses ile umursamaz bakışlarının değiştiğini ve içe dönen bir huzuru hissetmişti. Bir cümle ona çok dokunmuştu. Babasının emekli maaşı ile geçiniyor olmaları. Oysaki o, bir tek kendisi ve ailesi biliyor sanıyordu. İyi gizleniyor sanıyordu. Elindekileri kaybetmiş olmanın verdiği acı zaten çokça canını yakmıştı, yakıyordu. O her zaman ailesi için vermişti mücadelesini. Güzel dilekleri, güçlü hedefleri vardı. Şimdiyse, rahat ettirmek istediği babasının eline bakar olmuştu. Yaklaşık 4 yıldır ne işsizlik, parasızlık ne de sağlık sıkıntıları bırakmamıştı yakasını. Ne uğruna? Daha iyi bir yaşam… Bu oysaki çok insanca bir hedefti. Arkadaşının bunları ona acıyarak ve hatta onun için ona yalvarırcasına söylemesi onurunu zedelemişti. İçi kanadı, aktı, kanadı aktı. Kendi iç sesi bu çıplaklık için Hasan’ı suçladı. Değişiyordu dünya ve uyumsuzdu Hasan. Belki de geldiği nokta bu sebeptendi. Prensip gördüğü konularda eğilip bükülmeyişindendi. Sonuç ona sürekli küçülen bir yaşam ve kaybolan insanları getirmişti sadece. Belki de bir şans vermeliydi.

“Ben ait olamam Murat, ben senin gibi değilim” dedi cılız ve ümitsiz bir sesle. Murat pantolonu sıktığı sağ elini gevşetti ve Hasan'ın sol dizine elini koyup, hafifçe dokunarak. “Biliyorum oğlum, aidiyet değil bu, geleceği edinmek” dedi.

Hasan, kalktı, üzerini değiştirdi ve birlikte Murat’ın bildiği salona doğru yola çıktılar. Salona girdiklerinde 500-600 kadar insan sinema düzenindeki koltuklarda oturuyordu. Dev ekranda frekansı bilinmeyen ve huzur verici bir müzik ve karışık renklerden oluşan bir görsel dönüyordu. Ara sıra belli belirsiz bir çift göz görünüyor sonrasında renk dalgalarında kayboluyordu. Hasan ekranı takip ediyor ve duyduğu sesten etkileniyordu. Ekrana kilitlenmiş gözleri, ara ara beynine sinyaller gönderiyor ve düşünce ritmi değişiyordu. Biraz daha sakinleşiyor ve yaşama duyduğu kırılmışlığını düşünüyordu. Murat rahattı, Hasan’a göre ekranla o kadar da ilgili değildi. Daha çok etrafındaki insanlara selam veriyor ve hal hatır soruyordu. Hasan da bazılarını simaen tanıyor, eski anılar aklına geliyordu. Ne de olsa uzunca bir süredir aktif bir yaşantısı yoktu.  Bu insanlardan pek çoğu onu vakti zamanında reddetmiş, ticaret yapmamışlardı. Hasan oyunun dışına itilmişti. Bu kitleye daha önce hep uzaktı ve kendi aralarında dönen her türlü işi daima ilkesiz ve haksızlıklarla dolu görmüştü. Onlar, kendi kurdukları düzen çerçevesinde açık ettikleri kurallar silsilesini yeni ilkelermiş gibi lanse eder, diğerleri dedikleri insanları aşağılarlardı. Oysa bu buz dağının görünen yüzüydü. Hasan bunu hep sezerdi, güçlüydü sezgileri. Göstermedikleri yüzlerine ait gerçeklerden bir takım şeyleri bilir, pek çoğunu da bilmezdi. Zaten uzunca bir süredir düştüğü kendi derdi ile epey yorgundu ve umutları da tükenmişti. Şimdi o karanlık insanların arasında ve arkadaşı Murat ile birlikteydi. Murat ise uzun zamandır onlarla idi. Murat’ın yaşantısı gün geçtikçe parlamıştı. Murat özünde iyi bir insandı ama etrafından çabuk etkilenen, parayı pulu önemseyen, iş bitirici, politik ve akıllı bir çocuktu. Özünde iyiydi ama bu öz, bu karanlık odada maalesef ki çok uzaklarda idi.

Bir anons duyuldu, metalik bir kadın sesi şöyle diyordu: Zamanı geldi, zamanın geldiğine güvenin, güvenmek bu yolculuğun birinci adımıdır. Güvenerek ilk basamağı çıkın. Şimdi gözlerinizi kapatın ve derin bir nefes alın. Yavaşça nefesinizi verin. Tekrar nefes alın ve yavaşça verin. Tekrar nefes alın ve yavaşça verin. Şu cümleyi benimle tekrar edin. “Güveniyorum, buradayım, zamanım geldi.” Omuzlarınızı gevşetin ve şimdi müziği dinleyerek içinizden bu cümleyi sürekli tekrar edin. "Güveniyorum, buradayım, zamanım geldi."

Yalın bir melodi, hafif bir tef ritmi ile müzik oldukça rahatlatıyordu. Bir süre böyle devam etti ve tef sesi yükselmeye ve ritimleri hızlanmaya başladı. Sese bir davul eklendi ve ritim iyice yükselmişti. İnsanlar gözleri kapalı bir şekilde ritme eşlik ederek sürekli aynı cümleyi tekrar ediyorlardı. Salonda bir mırıltı hâkimdi, sanki fısıldayan büyük bir koro gibi. “Güveniyorum, buradayım, zamanım geldi.”

Salonun konsantrasyonunu yine aynı metalik kadın sesi bozdu. “Şimdi, ayağa kalkın ve liderimizi selamlayın.” Renklerin arasında daha önce hafif hafif beliren bir çift göz tekrar ekrana gelmişti. O gözler dalgalanan renklerin arasından önce flu ve yavaşça netlik kazanan bir yüze dönüşüvermişti. Daha önce hiç görmediği bu yüz, Hasan’a oldukça tanıdık geliyordu ve dahası babasına duyduğu güven gibi güçlü bir bağ hissedivermişti. İnsanlar coşkuyla “yaşasın liderimiz” diye bağırıyordu. Salonda ekrana koşmak isteyen insanlar vardı. Hasan olup bitenleri şaşırarak izliyor, o coşkuya ruhunu kaptırıyordu. Birden güçlü, kendine güvenli, tok bir erkek sesi ile salon suspus olmuştu. “Merhaba kardeşlerim, merhaba geleceğin çocukları, merhaba. Sizler gücün birer parçası ve diğerlerinin karşısındaki duvarın taşlarısınız. Her biriniz güçlü bir taşsınız. Bize saygı duymayan diğer tüm insanlar bizim düşmanımızdır. Sizler, düşmanı kahredici ateşiniz ile yakacaksınız. Her biriniz güvenli yerde ve güçlüsünüz. Bu güven ile ben de sana söylüyorum ki, zamanınız geldi. Burada olan herkes güvende ve zamanın efendisidir. Unutmayın ki ben sizin sadece lideriniz değil, rehberinizim de”

Salonda çığlıklar ve tezahüratlar çınlıyordu. “Liderimiz sen çok yaşaaaaaa”.

Tok ses bir süre susmuştu. Ekrandaki yüz sanki donmuştu, sanki herkesin gözlerinin içine bakarak donmuştu. Ağır bir hareketle elini kaldırdı ve tezahüratı kesti. Yakın plan bu yüz şimdi daha da tanıdık hissettiriyordu. Lider tekrar konuşmaya başladı.

“Bağlılığın birinci ilkesi gücümüzü bölünmez kılmaktır. Öyleyse işe düşmanı kahrederek başlayalım. Nefretinizi belli edin.”

Birdenbire salonda “kahrolsun, defolun, ölüm, onlara nefes yok” gibi oldukça öfke dolu sesler yükseliyordu. Yüzler çirkinleşmiş, gölgeler inmişti. Karanlık bir öfke ile bu kez de bu kalabalık insan topluluğu nefret limanında birleşmişlerdi. Hasan, şaşkındı ama düşman olarak tanımlamasa da sevmediği insanlar gelivermişti gözünün önüne. Gözleri, yüzleri süzdü ve kulakları, sesleri seçmeye çalışıyordu. O öfke girdabı dalga dalga Hasan’a ulaşmıştı ve kalabalığa katılmamak işten değildi. Ruhu akıyordu ve başladı sevmediği insanlara sövmeye. Tansiyon bir hayli yükselmişti. Kalabalığın öfkeli gücü şaşırtıcı bir seviyeye ulaşmıştı. Hasan birden bire onu hayatı zindan eden, dışlayan bu insanların arasında, onlara dahil olmamış bir akıl ve dahil olmuş bir ruhla kendi dünyasından bir öfkeyi yaşıyordu. Bu zaten diğerleri üzerinden yaratılmış düşmanca yolun ilk adımıydı ve ne yazık ki bunu henüz bilmiyordu.  Nefret, buluşmak için iyi bir limandı. Para, refah, özgür bir güç sağlayan bu grup, nefret limanından hep beslenmişti. Üyelerini artırmış ve maddi olarak da semirmişti. Ait olanlara yapılan manipülasyon bir saat zaman alırken, burada sarf edilen enerji ve söylemlerin karşılığı ise, lider ve yanındaki üst kademe için iyi bir kudret ve para yoluydu. O salondaki insanlar akardan nemalansalar da, bu onların refah seviyesini bir düzeye kadar artırabilirdi. Zaten herkes için iyi refah düzeyi liderlerinin işine gelmezdi. Refah düzeyi çok iyi olanlar, o salonlarda olmaz, onlar liderle hareket ederlerdi. Bu bir güvenli yoldu.

Hasan bağırıyordu, “kahrolsun düşman, yok olsunlar, kahrolsun.” Hasan’ın düşman algısı ile o salondaki diğer pek çok insanın düşman algısı oldukça farklıydı. Sonuçta düşman sözcüğü çatı oluvermişti onları birleştirmek için. Ne fark ederdi ki! Zaman Hasan’ı da bu girdapta boğar giderdi zaten, düşman gün gelir Hasan için de onların düşmanıyla aynı oluverirdi. Önemli olan düşman seçmekti.  Nitekim seçilmiş düşman vardı, gerekli olan şey manipülasyona devam etmekti. Öyle de olacaktı.

Nefret ayini en iyi nöbet alanıydı. Bu nöbet, düşmanı kahreder, insanları olağanüstü bir şekilde manipüle ederdi. İnsanlar bu manipülasyonu algılamazdı çünkü sır şuradaydı, herkes kendi söylemini kendisi belirliyordu düşman için. Herkes kendi cümleleriyle bağırıyor, herkes kendi beden hareketleri ile bunu belli ediyordu. Dolayısıyla lider suçlu değildi, o iyi niyetli ve koruyucuydu, rehberdi. Lider onlara refah verendi, onları efendileştirendi. Lider onlara düşmanı belli edendi, gösterendi. Lider masum ve koruyucu idi. O salondaki herkes büyük resmin parçası ve taşlarıydılar. Kötü olanlar ise, onların karşısında olanlar ve eleştirenlerdi.

Murat’ın telefonuna bir sms geldi. Şöyle yazıyordu: “Grubumuza dahil ettiğiniz yeni üye için hesabınıza 5000 TL yatmıştır. Güvenle buradasınız ve zamanınız geldi.” Murat sms’i okudu ve yüzünde hafif bir gülümseme belirdi.  Nefret ayinine devam etti. “Kahrolsun düşman!”

 

Bu hikayede yer alan isimler, kişiler ve olaylar gerçek bir olaydan alıntı değildir, tamamen kurgudur.

E.E

Yorumlar

  1. Şimdiki zamanda hüküm süren şey değil mi nefret?… Oysa zaman kısa, yarın güneş doğmayabilir yüreğimize.
    Kutluyorum çok güzel. Son paragraftaki düğümse harika. Kelemine kuvvet. Sevgiler…

    YanıtlaSil
  2. Resmen günümüzün siyasi özeti gibi...umarım toplumsal gidişatımız nefretle feci olaylara evrilmez.Kalemine sağlık, oldukça etkileyici...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Günümüzde değil yalnızca, geçmişte de Dünya'nin hemen her yerinde ne yazık ki acımasız manipulasyonlar oldu. Aslına bakarsanız, mesela teknoloji ile yaşamımız bir taraftan kolaylaşsa bile diğer taraftan manipule ediliyoruz.
      Teşekkür ederim, begeniniz ve yorumunuz çok değerli 🙏

      Sil
  3. Dünyanın oluşumundan bu güne kadar yaşanan gerçekleri akıcı bir dil ile kaleminize yansıtmışsıniz 👏Liderlik& Düşmanlık

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Düşmanlık olgusu bir kitleyi yönlendirmenin en kolay yollarından ne yazık ki. Korkutucu Dünya!
      Teşekkür ederim.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

YAŞASIN CUMHURİYET!

ÇAĞIRMA BENİ

TEK TEK UNUTMALI (podcast)