ŞEMSİYE O !




 

Bazı eşyalarımız kullanım amaçları dışında anlamlar da içerir. Dünyanın her yerinde, üstelik farklı kültürlere rağmen bu algı bir şekilde aynıdır. Nesnelere amaçları haricinde anlam yüklemek… Örneğin şemsiye! Onun o tatlı, sevecen, mutlu halini mesela bir ayakkabı çekeceğinde bulamayız. Oysa şemsiye, ne tatlı ve sevecen olmak için, ne de mutlulukla ilgili direkt bir amaçla alakalı olarak üretilmemiştir. Olsun biz seni böyle sevdik şemsiye.

Güneşten korunmak için insanoğlunun icatlarından birisi şemsiye ve en etkilisi. Boyutlarına göre havalılık oranı bir hayli fazla olan şemsiye, kendisine tuhaf bir şekilde asalet ile direk ilintili bir anlamı da üstlenmiş. Misyonu olan bir eşyamız yani. İlk papirüs ve yapraklardan yapılan şemsiye, daha sonraları kâğıttan üretilmiş. Mısır’ın güneşi de soylusu da çok olunca şemsiye oldukça popüler olmuş haliyle. Eee hazır köleler de var, kim güneş altında kavrulmak ister ki. Roma kültürüne de geçiverince şemsiye, güneşten korunma işi asaletten ileri gelen bir kültür oluvermiş. Hemen belirteyim o zamanlarda “parasol” (güneşi durduran) adıyla kullanılırmış.

Gel zaman git zaman kağıttan üretilen şemsiyeler, Çinliler tarafından da çok sevilmiş. Nasıl sevilmesin, Uzakdoğu demek akça pakça cilt demek. Şemsiye en çok onların yaşamında yer alıvermiş. Elinde havalı şemsiyesi, yeni buluş, asil de gösteriyor, ohh harika, güneşten de koruyor, daha ne olsun.  Yoğun yağmura maruz kaldıklarından olsa gerek, bizim Çinli dostlarımız tarafından kağıtlar bir güzel reçinelenmiş, sonra da onlardan şemsiye yapmışlar. Bu şekilde şemsiyeler su geçirmez olmuş. Eh hazır durum böyle iken, şemsiye, hem güneşte hem de yağmurda kullanılır olmuş. Belki de şemsiyenin yağmurdan korumasıdır, Uzakdoğu’nun o efsane yapılı saçlarının sebebi kim bilir 😊

Faslı bir gezgin olan Janas Hanway bir Avrupa seyahatine şemsiyesi ile çıkmış. Londra’da açmış şemsiyesini meşhur İngiltere yağmurlarında havasını bir güzel atmış. O vakitler 16. Yüzyıl Avrupa’sında şemsiyeyi tanımıyorlarmış. İngiliz burjuvazisi bu şemsiye olayını çok beğenmiş. Bizim şemsiye, yapraktan yapıldığı ilk günden o güne kadar pek çok değişim geçirmiş olsa da, değişmeyen şey havalı oluşu olmuş. İngilizler başlamış şemsiyeyi bir aksesuar olarak günlük hayatlarına almaya. Hatta öyle ki İngilizler o yıllarda şemsiyeye Hanway diyorlarmış. Onu oraya ilk getiren yazarın adıyla anılmış durmuş yıllarca bizim havalı şemsiyemiz. Soyluluk sembolü olan şemsiyeler, o yıllarda İngiliz soyluları tarafından mavi veya yeşil ipekten tercih ediliyormuş. Biraz zevksiz buldum şahsen. 😊

Sonraki yıllarda, balina kemiği saplı olanları, ahşap saplı olanları üretilirken ve sonrasında da çelik kullanılarak şemsiye el yapımı olmaktan çıkmış ve fabrikasyon üretimle tüm dünyaya yayılmış. İnsanlığın en vefalı eşyalarından yani.

Güneşte, yağmurda, gün içinde, hâlihazırda derken bizim vefalı eşyamız şemsiye için mutluluk verici, havalı, tatlı, sevecen hissettirme hali hiç değişmemiş.

Ülkemize 19. Yüzyıl ilk yarısında giren şemsiye, ilk İstanbullular için moda olmuş. Sonrasında malumunuz diğer şehirlere yayılmış. Bence ikinci şehir İzmir olmuştur, en azından ben öyle hissettim. İzmir’in güneşi de bol, yağmuru da ayrıca insanlar da olukça yenilikçi. Neyse İstanbul’da kalmıştık.  Şimdi aklıma Sadabad gezinti kayıkları geldi. Şemsiyelerini açmış güzel elbiseli kadınlar ve ipek mendiller. Pek tabi olmazsa olmaz uç kısımları dantelli şemsiyeler.

Roma dönemi şemsiyeleri gibi üretilen bu güzel eşyamız, şimdilik farklı bir değişiklik göstermeden, oldukça geleneksel bir yaklaşımla yaşamlarımızda halen varlığını sürdürüyor.

Bir sokağa asılan onlarca renkli şemsiye, o sokağı hayali akordeonların dolaştığı, kemanların sesini hayalimizde duyduğumuz, sağlı sollu çiçekçileri düşlediğimiz, hatta düşlemekle kalmayıp o çiçeklerin kokusunu hissettiğimiz karnaval sokağına çeviriveriyor. Başka hangi eşya bir yeri bu denli çok şeye ama mutlu bir şeye çevirebilir ki?

Bir peçeteye çizdiğinde şemsiyeyi ve üzerine kalpleri de serpiştirdiğinde, bir de onu sevgiliye uzatmışsan, on dakika önce kırdığın kalbini tamir eder bir de üstüne bir öpücük bile alabilirsin. Bu ihtimali de es geçmemek gerek zira bir hayli yüksektir 😊

Annemizi almaya geldik ve işte aracımız evin önünde. O da ne, birden yağmur çiseledi. Hemen şemsiyeyi açıp, onun başının üstünde tutarsak görürüz annemizin o şemsiyenin altına ve dahası senin koluna girdiği için nasıl da daha dik yürüdüğünü. İşte şemsiye bu, bulaşıcıdır asaleti.

Bazen salonun ortasında sepetten yapılmış bir kitaplığın yanına iliştirilmiş siyah bir şemsiye, o salondaki en havalı şey haline geliverir. Eski İngiliz istihbaratçılarından miras gibi, uzun, siyah, sapı ahşap ve güçlü. Çokça sırrı örtmüş gibi sanki açıldığında onlarca hikaye dökülecekmiş gibi. Şemsiye bu, antikası olmaz mı hiç? Entelektüel şemsiye versiyonu 😊

Masal kitaplarını süsleyen şemsiyelere ne demeli. Pembeli, yeşilli, mavili şemsiyeler. Tüm çocukların ilgisini çeken şeker renkli, sevimli, mutlu şemsiyeler. 

İnanmıyordunuz belki de, işte gördünüz, şemsiyenin mutlu ettiğini. Hatta bu noktada en çarpıcı şemsiye hikayesi de çikolata şemsiyeler olsa gerek. 80 ve 90’ların şahane tasarımlı çikolataları. Yerken kıyılamayan, çikolata tadında şemsiyeler. Mutlu edici değil de nedir?

Peki ya meyve kokteyllerini süsleyen minik şemsiyelere ne demeli? Renkli, hoş, mutlu edici, romantik de bir taraftan.  Şemsiyesiz bir kokteyl mi? Asla olmaz, kokteyl olmaz zaten o vakit. 😊

Kimi için baston vazifesi gören, kimine savunma silahı olan şemsiyeler kadim dostumuz olmuş bile fark etmesek de. Belki de bu anlamda bu yazıyı yazmaktan ayrıca mutluyum. Kadim dostlar unutulmamalı. Silah demişken, Bulgar muhalif yazar Georgi Markov’un 1978 de bir KGB ajanı tarafından, şemsiyesinin zehirli başka bir şemsiye ile değiştirildiği için öldüğünü biliyor muydunuz? Fransa Devlet Başkanı Nicolas Sarkozy de güvenlik sebebiyle şemsiye kullanan ilk kişidir.

Bizim kadim dostumuz şemsiyelerin yağmurdan, yaştan, güneşten, beladan korumaları mıdır onları çok sevmemiz ve bunca anlamı da yüklememiz bilemiyorum ama biz insanlara korunma duygusunun çok sıcak geldiği kesin. Belki de bu yüzdendir şemsiyeleri hepimizin sevmesi.

Türkçeye Arapçadan geçmiş olan şems sözcüğü “güneş” anlamına geliyor.  Şemsiye bu sözcükten türemiş bir kelime. Tabi “şems” sözcüğünü isim olarak taşıyan insanları düşününce de şemsiyeyi daha çok sevesim geldi.  Bu arada Şems-i Tebrizi’nin güneş olarak anılmasını yadırgamamak lazım elbette.

Bir de şöyle tatlı dileklerimize bile girmişliği vardır sevgili şemsiyelerimizin; mutluluk yağmurlarında şemsiyesiz kalmanızı dilerim. 😊

 

E.E

 

 

 

Yorumlar

  1. Aydınlatıcı bir yazı çok teşekkürler. Eline,kalemine kuvvet. Sevgiler…

    YanıtlaSil
  2. Tebrikler akıcı bir dille anlatmışsınız Evrim hn.Dileginize canı gönülden katılıp,Huzur içinde ciseleyen yağmur altında ıslanabilmek ne kadar güzel olur.😉 saygılarımla kolaylıklar dilerim 🙏💙

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

YAŞASIN CUMHURİYET!

ÇAĞIRMA BENİ

TEK TEK UNUTMALI (podcast)