BİR ŞEYLER EKSİK






Bir şeyler eksik... izliyorum eksik, okuyorum eksik. Acaba bilinçli olarak mi eksik bırakılıyoruz?

Okul zamanlarına dönüyor aklım, hafızamı uyandırıyorum, bakıyorum eksik bırakılmışız. Hayat Mecmuası (dergisi) ve birkaç gazete canlanıyor anılarımda. Okuyan bir ailenin çocuğu olduğumdan, devasa bir de kitaplık... Bir akşama ait, çok özel bir anı geliveriyor aklıma. Kucağımda, benim ebatlarıma göre büyük sayılacak bir albüm. Türkiye Cumhuriyet tarihi ile ilgili bu albüm, beni büyülüyor. Babamla bakıyoruz, bazı fotoğrafları ilk defa görüyorum. Şaşırtıcı fotoğraflar var benim için. Her sayfayı çevirdiğimde şaşıracak bir kaç kare buluveriyorum. Atatürk, o zamana kadar okuldaki tarih kitaplarından öğrendiğim halinden çok farklı bir şekilde aklımda beliriyor ve onun bir tarih kahramanı olması ardındaki büyük gerçeği görüyorum. İnsan olması! Kitaplarda aktarılan o resmî ve soğuk tanımın çok ötesinde, insan oluşu. Hayvan sevgisi, hastalıkları, azmi, şıklığı, saygılı bir insan oluşu, mücadeleci ruhu, doğaya düşkünlüğü, sosyal yönü, aktüel seviyesi, medeni yönü, kültürü, matematik bilgisi, teknolojiye ilgisi ile kendini yetiştirmiş güzel bir insanla albüm sayesinde tanışıyorum. Bazen babama sorular soruyorum, o da anlatıyor. Onun tarih bilgisiyle de o an tanışıyorum. Aslında teknik eğitimi olan babamın, tarihe olan bu yakınlığı beni oldukça etkiliyor. Olayları, tarihleri, insanları nasıl aklında tuttuğuna şaşırıyorum, dahası tarihe olan hürmetine. 

Şimdi ben de kırklı yaşlarımda tarih seviyorum. Aslında bu ilginin otuzlarımda başladığını biliyorum. Tarihin biriktirmek olduğunu, anlamak olduğunu keşfettigimden beridir seviyorum tarihi. Kendi tarzımda yarattığım bir yöntemle seviyorum tarihi. Anlamam gerektiğini anladığım zamanlardan beridir. Babamın tarihe olan hürmetinin nedenini çözümlediğimde başladı bu dolu dolu macera. Evet gerçek bir macera, zamanda yolculuk ve sırlar perdesi. 

İlk önce biyografiler çekmişti ilgimi. İnsanları tanıdıkça olaylardan ve zamandan kopuk kalamıyorsunuz. Aslında tarihte yer alan kişi veya olay bir arkeoloğun kazı çalışması gibi. Üstelik her olay veya kişi okuyan, anlayan herkes için ilk. 

Peki, yaklaşık on yıldır dünyayı kendi aklımda dönemlere ayırıp merakla okuyup, izlediğime göre neden eksik bırakıldığımızı hissediyorum? Dönem yapıtlarını seviyorum. Genel konulu tarih yayınları yerine, mercek ile bakmayı seviyorum. İnsanların yaşam hikayelerini ve olaylara verdikleri eşsiz yönleri anlamayı seviyorum. Hiçbir olayın tek nedene dayanmadığını ve kaosları içinde insanların kendi tarzları ile yaşananlara neden veya sonuç olma yönlerini seviyorum. Tarihin, insanların baş yapıtı olmasını seviyorum. Cumhuriyet dönemi tarihiyle ilgili olarak eksik bırakıldığımızı biliyorum. Bu sebeptendir, o döneme ait yapıtları buldukça kaçırmak istemiyor olmam. 

İkinci Dünya Savaşı dönemine ait pek çok film kitap bulmak daha kolay. Bu döneme ait pek çok özel çalışma bulmak da. Kişisel hikayeler, olaylara yön olmuş anlar bile sayfa sayfa varken, Almanların mesela, itiraf gibi tarihi yüzleşmesine rastlamak mümkünken; -hatta öyle ki, bazı yüzleşme yayınları belki de kimi Almanları incitiyor bile olabilir- yine de büyüteç ile bakılabilmiş çalışmalar var. Detaylar değil mi olayları gerçek sonuçlarına eriştiren? İnsan değil mi tarihe yön veren?

Tam bu noktada iğneyi biraz bize batırmak istiyorum. Biz Türkler suya sabuna dokunmadan tarih anlatımını seviyoruz. Kökleri bu kadar eskiye dayanan bir milletin, ciltlerle sığmayan tarihini şekillendiren binlerce insanın günahıyla sevabıyla büyüteçle irdelenmesi çok daha ciddi bir tarihsel veri sağlamaz mı? Korkularla, çekincelerle yazılmış tarihi çalışmalar bizleri gölgede bırakmaz mı? Ne kadar? Yalnızca genel bilgi. Genel bilgi ile gerçek analizin ve geleceğin neresinde kalırız? Tarihteki iyi veya kötü karakterlerin mücadelesi, gayreti olaylara yön vermiş ise,  incelemeye değmez mi? Anlamanın hakkını vermek üzere bu gayrete değmez mi? 

Kişilere ve olaylara mercek ile bakıldığında bizi şaşırtan, kimi zaman "gerçek üstü bir çaba" diye tanımladığımız pek çok hikayenin sıra dışı hali sıcacık sarıverir bizi . Kimbilir belki bana da tarihi sevdiren bu insansı durumudur. 

"Annesi veremin pençesinde idi. Sabah uyandığında ilk işi annesinin odasına yalın ayak koşturup onun o gün de yaşamda olduğunu anlama ve bu mutlulukla güne başlama gayretiydi. Ev halkı sayısı gün gün değişirdi, bu hastalık kapılarını çaldığı günden bu yana. İnce hastalık diyorlardı adına. Henüz sekiz yaşındaydı Nezahat, lakin bazı konuşmaları duyar cımbızla çekerdi beyni bazı kelimeleri. "Ölümcül hastalık", "dermansız dert", "genç yaşta yazık", "bu yavrucak annesiz mi kalacak" gibi pek çok cümleyi emmişti beyni. Her bir cümle çivi gibi çakılmıştı ruhuna. Korkuyordu Nezahat. 

Korkunun ecele faydası yoktu elbette. Beklenen acı son gelmiş, Nezahat annesini kaybetmişti. Babası cephede idi, subaydı. Onun derdini paylaşacak, aynı ana rahmini paylaştığı bir başka can da yoktu yaşamında. Nezahat tek çocuktu ve yıllardır o küçük ruhu ve bedeni annesinin hastalığıyla kendince mücadele vermiş, bir ufak kız çocuğu idi. Bu yüzdendi belki de ince hastalık denmesi çünkü hastalık evden kimin bedenine girerse girsin, tüm evi kuşatır, çocuksan büyür, anlamayı öğrenir, yaşamla yüzleşir dahası fedakarlık ve mücadeleyi kayıtsız şartsız bilir hale getirirdi. Bu hastalık inceden inceye dokur tüm motiflerini, ruhlar farklı olsa da, aynı evdeki tüm yaşamlara yansırdı. Sekiz yıllık yaşamında öğrendiği ve öğrenmek zorunda kaldığı tüm şeylerle yapayalnızdı Nezahat. 

Babası, vatan mücadelesinde Çanakkale'de onurlu bir Türk subayı ve aynı zamanda tevekkül etmiş bir eş, çaresiz bir baba. 

Yaşam içerisinde, kıymet verdiğiniz şeylerin öncelik listenizde hep birinci sırayı almasını başarsanız da, olağan dışı zamanlar, listenizi değiştirebilir.  Hafız Halid Bey de böyle bir durumda idi. Can yakan defin işlerinden sonra, imkansızlıklar karşısında Nezahati de alarak 70. Alaya yani Çanakkale'ye dönmüştü. Sekiz yaşındaki Nezahat, babasıyla birlikte vatan mucadelesinin icinde, 70. Alaydaki asker abi ve amcalarıyla yeni bir aile edinecekti. 

Yol oldukça zorlu iken, Nezahat için ise, sekiz yaşındaki bir bedenin dayanma sınırlarının çok çok ötesinde idi. Hava soğuktu, Nezahat üşüyordu ve hastalanmıştı. Öyle ki, donma riski büyüktü. Atlar ile alınan yolda, Nezahat donma noktasına gelmiş, Hafız Halid Bey, büyük bir çabayla kızını soğuğa teslim etmemişti. 

Nezahat 70. Alaya ulaştığında askerler şaşkınlık içerisindeydiler. Bunca karmaşanın, riskli durumun arasında bir çocuk... Mecbur olunan bir yer ve kurtarılması gereken bir vatan. Bundan daha derin bir yaşam fotoğrafı olabilir miydi ? 

Nezahat alayın incisi olmustu. Asker amcaları ona eski uniformalardan asker kıyafeti dikmişlerdi. Acemi erler Nezahat'e silah tutmayı, ata binmeyi öğetiyordu. O da bir acemi asker olmuştu. 

Alay İzmit'e gönderilmişti. Nezahat de babasının yanında İzmit'e ulaşmak için yine zorlu bir yolculuğa çıkmıştı.  İzmit zor durumda idi. Yunan İzmit'i kuşatmıştı ve vatan mücadelesi her karış toprakta kutsal idi. Yunan askerleri  bir süre sonra 70. Alaya Nezahat'ten sebep, "kızlı alay" diyeceklerdi. 

1920 yılında Çerkez Ethem ile tanışan Nezahat, ilk silahını da onun hediyesi ile edinmişti. Çerkez Ethem ona Yunan ordusunun kullandığı ve boyutları Türk ordusunun silahlarına göre daha ufak silahlardan hediye etmişti. Türk ordusunun silahları Nezahat'e büyük geliyor, on iki yaşındaki çelimsiz kolları taşıyamıyordu bile.

O dönemde halk ve ordu kurtuluş mücadesinde iki kanaat arasında kalmıştı. Atatürk ve Saray. Akıllar karışıktı. Hafız Halid Bey, Atatürk'ün amacı ve gayretinin farkında idi, alayındaki bir kısım asker de. Atatürk tarafında yer almayı ve gerçek kurtuluşun bu noktada yapılması gereği ile hareket ettiler. Olayları iyi analiz edebilenlerin kurtuluş mücadelesindeki çözümlemeleri daha net idi.

Geyve'de alaydaki bir grup asker bu mücadeleye katılmak  istemedi ve padişah yanlısı olarak kaçmak istediler. On iki yaşındaki Nezahat, ata binip, kaçan askerlerin yolunu keserek, " ben babamın yanında ölmeye gidiyorum, siz nereye gidiyor sunuz?" demişti. Bu askerlerle Nezahat'ın bağı vardı. Onlardan çok şey  öğrenmişti. Kuru ekmeklerini paylaşmışlardı. Nezahat onlar için evde bıraktıkları çocukları, ölen çocukları, özlemleri ve ruhlarındaki yarayı saran bir emanetti. Önce şaşırdılar, sonra bu küçük yüreğin cesaretine saygı duyarak, geri döndüler. Bu bir mücadele yoluydu, amaç vatandı. Mustafa Kemal Paşa onların komutanıydı. Küçücük çocuk ise tüm bunların farkındaydı. Yaşanan kafa karışıklığı ise, altı yüz yıllık  padişahlık geleneğindendi. Padişaha nasıl karşı gelinebilirdi. Hafız Halid Bey için idam fermanı çıkmıştı bile. Bu ikilem içinde doğru, korkuyla gölgelenmişti. Fakat durum bu defa cesareti sırtlanma zamanıydı.  Konu vatandı ve Nezahat ve diğer çocukların geleceği idi. 

Bu olaydan sonra, askerleri geri döndürmeyi başaran Nezahat'e onbaşı rütbesi verilmişti. 

Küçük kız, küçük bedeniyle güçlü bir yüreğe sahipti. 1920 yılında insanlık tarihinin bir ilki olmuştu, onbaşı rütbesi, on iki yaşında bir kız çocuğuna verilmişti.

Onbaşı Nezahat!

Biz, tarih bildiğimizde güçlü, bilmediğimizde eksiğiz. Yeterince anlamadığımızda tarihimizi, yarınımızı tahmin etme, bu günümüzü analiz etme şansımız yok.
Cumhuriyet tarihi gibi bir hazine  Amerika'ya ait olsaydı kaç film çıkardı bu dönemden bir düşünün.  Bilinçli olarak bizi eksik bırakıyorlar.

Tarih hangi zaman diliminde olursa olsun mucizelerle dolu bir sandık gibi. Harika izler ve muhteşem olaylar. Bazen ürküten, bazen şaşırtan, mercekle bakıldığında ise, Onbaşı Nezahat gibi pek çok yaşama dokunabildiğimiz. Anlam, detayların bütüne kattıklarında saklı. Sıcak, samimi ve güçlü tarih.

Tarih için bir tanım yapmam istense,
"Bu günü var eden dün" derim.

E.E




Yorumlar

  1. Nefis bir anlatım...Olağan üstü.Çok etkilendim.Emekli bir subay olmama rağmen Nezahat in bu hikayesini bilmiyordum.Ellerine,yüreğine sağlık Evrim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Değerli ilgi ve yorumlarınıza çok teşekkür ederim. Beğendiğinize mutluyum. Selam ve sevgilerle

      Sil
  2. Şu zamanda Vatan bir karmaşanın içindeyken tarihimizle ilgili hiç bir şekilde bilgi ögretilmiyor.Egitim çökmüş size canı gönülden katılıyorum.Yüreginize kaleminize sağlık 🙏💙 Tarihini bilmeyen milletler yok olmaya mahkumdur.! M.K.ATATÜRK

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR MECZUP (podcast)

TEK TEK UNUTMALI (podcast)