ÇAĞIRMA BENİ

 


Derin bir nefes aldı ve yutkunarak son defa olmak üzere, zorlukla kurabildiği cümleleri söylemişti. Telefondaki sesi duymadan kapatmak istiyordu, zira duyarsa dayanamayacağını biliyordu ve hatta ikna edileceğinden de emindi. İkna olsa ne olurdu ki, zaten onun istediği de buydu. Ailem dedikleri ise ikna olmak şöyle dursun, sırf onun seçimi diye karşı çıkar, lafı bile edilemezdi. Ona türlü cezalar verirler, işkence sayılacak davranışlar sergilerler ve yok olan benliği iyice ezilsin diye ellerinden geleni yaparlardı. Onun hayatı boyunca karar verme, kendi kararları ile yaşama ve de yaşamı kendince anlama fırsatı hiç olmamıştı, olmayacaktı da. O, onu dünyaya getirenlerin ve topyekûn ait oldukları şeyhin kararlarına uymak, onları anlamak, bu kudretli yolda üstüne düşeni yapmak, sorgulamamak ve itaat etmek zorundaydı.

“Çağırma beni, benim kendimce bir hayat kurmam imkansız. Bunu anlamak sana güç geliyor olabilir, gelmesin. Bunlar, beni bırakmaz; kendi seçtiğim biriyle olmama asla izin vermezler. Benim kaderimi onlar belirler ve ben, onlara karşı gelemem. Bir daha arama, çağırma, haber de gönderme. Bu telefonu kapatınca herkes kendi hayatına dönecek, ben de kendi cehennemime. Hoşça kal…”

Nisa Nur, henüz otuz dokuz yaşında genç ve dul bir kadındı. Yaşamı boyunca acılar çekmiş, bir eşya gibi kullanılmış, benliğinden bir haber, erkeklerin ona bahşettiği hayata şükrederek yaşamış; derdini, kederini bildiği, tanıdığı en şefkatli ve güçlü olana, Yaradan’ına anlatmış, O’na şikayet etmiş ve O’ndan işaretler beklemişti.  Bu işaretlerinse Rabbinden geldiğini, ama kendinin yetersizliği sebebiyle bir türlü anlayamadığını düşünür, bunun için de kendi yetersizliğine hem çok üzülür, hem de kızardı. Kendisi için sıklıkla şöyle düşünürdü; “ben neyim ki! Bana hiçbir şey layık değil, kaderim bile kötü, Rabbim beni sevse, O’na layık bir insan olsam, hiç böyle erkenden dul kalır mıydım? Dul kalmak bir şey değil de, insanların üstümdeki hükmü kuvvetlendi. Bu Rabbimden gelen bir ceza değil de nedir? Ben; kötü, yetersiz ve de Yaradan’a layık olmayan bir kulum. Bu yüzden de O’nun gönderdiği işaretleri bile anlayamıyorum. Oysa kim bilir O, ne çok işaret gönderdi bana.”

Nisa Nur, pek evden çıkmazdı. Kocası ölünce de, baba evine geri dönmüş; bir göz odada kendince kurduğu küçük hayatında, uyumadan önce dalabildiği hayalleri ne kadarsa o kadarıyla yetinir, evin her türlü işini yapar, sabah ezan vaktinden önce başlayan gün, onun için gece yarısına yakın biter, genellikle de yorgunluktan bir süre uykuya dalamazdı. Evdeki nüfus kalabalıktı. Bu kalabalık yetmezmiş gibi bir de Nisa Nur’un iki kızı da onunla birlikte aynı evdeydi. Oğlu ise ölen kocasının ailesi tarafından korunup, gözetilirdi. Zaten oğlu, bir yıla kalmaz askere gidecekti. Nisa Nur’dan yaklaşık beş yıldır ayrıydı ve bu ayrılık onların zaten yakın olmayan ilişkilerine bir darbe daha vurmuş, ana ve oğlu daha da uzaklaştırmıştı. 

Kızlar ise hafız olarak yetişmiş, dini bütün ve ahlaklılardı. Onlar da evlilik yaşına gelmişti ve hatta aile içinde onların çoktan evlenmeleri gerektiği yönünde sıklıkla konuşmalar geçerdi. Nisa Nur, bu konuşmaları duyduğunda, sinirlerine hakim olmaz, kendi yaşadıkları aklına gelir ve yavrularını korumak gayretine düşerdi. Elleri titrer, başından ter boşanır, ağzı kurur, kalbi göğüs kafesinden çıkmak isteyen bir kuş gibi kanat çırpardı. Onu ancak annesi anlardı, fakat onun gücü de bu tip kararlara yetmezdi. “Gücüm olsa ah yavrum, senin için o gücü kullanırdım, fakat erkeklerin kararlarına boyun eğmeliyiz, dinimiz öyle buyurmuş” der; bir derin nefes alır, uzun bir “ahhh” çekerdi. Nisa Nur, kızları Ayişe’nin on bir ve Asiye’nin de on dört yaşında olduğunu düşününce yüreği burulur; onların çocuk gözlerine, banyodaki çocuk hallerine bakınca, çocukça isteklerini ve heyecanlarını düşününce dayanamaz hıçkırıklara boğulurdu. Kendini düşünür, acılarını, anlam veremediği cinselliği, oyun sandığı şeyleri hatırlar kahrolurdu.

Henüz on dört yaşında, tam da büyük kızı Asiye kadarken, altmış iki yaşında bir adamın üçüncü karısı yapılmıştı. Bunu öz babası ve annesi şükürlerle isterken; asıl kararı veren şeyh, kardeşinin bu evliliğinden memnuniyetini her defasında dile getirmiş; düğün yemeğinde ise en baş köşede, dört köşe haliyle oturup, el etek öptürmüştü. Şeyhin kardeşi yani Nisa Nur’un eşi olacak Hasan ise, bu körpe gelinle yaşayacağı hayatın düşü ve abisine olan minnettarlığı ile şeyhinin tam sağında oturuyor, sıklıkla sakalını sıvazlıyor, birkaç saat içinde ona sunulacak Nisa Nur’u hayal ediyordu. Nisa Nur’un babası da aynı sofrada, iki oğluyla birlikte oturuyor, ortaya gelen her yemeğin iştahla tadına bakıyor, şeyh ile bir an da olsa göz göze gelmek için her türlü fırsatı kolluyordu. Zira bu kutlu bakış ona değmeliydi, değmeliydi ki işleri açılsın, ömrü bereketle dolsun, onun gönül vereni olarak daha üst mertebeye kendini taşısındı. Ne de olsa bu bakışlar; nurlu ışığı ile baktığı yeri gül bahçesine çeviren, ettiği duaların bir payını da gözleriyle dağıtan şeyhinin bakışlarıydı.

Nisa Nur için Hasan’ın gönderdiği gelinlik ona büyük gelmişti. Nisa Nur’un annesi, dikiş bilen yan komşunun da yardımıyla, henüz on dört yaşındaki kızına göre gelinliği küçülttürmüş, tam da üzerine uyar hale getirmişti. Nisa Nur yan komşunun yaptığı gelinlik provalarından çok sıkılır, elindeki oyuncak bebeği ile dışarı çıkmak, arkadaşlarıyla oynamak isterdi. Çocuk aklı  öyle çok onlarda kalırdı ki, dışarıdan gelen seslere dikkat kesilir, yanındaki konuşmaların farkına bile varmazdı çoğu kez.

O gün geldiğinde sabah namazından sonra Nisa Nur’a dua ettirmişler, gelinliğini giydirmişlerdi. Saçlarını topuz yapıp bir de o topuza bir duvak iliştirmişlerdi. Elindeki bebeği alıp, yerine bir buket yapay çiçek vermişlerdi. Annesi, gözyaşı döken kızının kulağına eğilip, “büyüdün artık kızım, bugün senin en mutlu günün, bak gelin oldun sen. Sakın ağlama, ağlarsan gözlerine süreceğimiz sürmeler akar, öyle çirkin olursun ki, seni kimse almaz, düğünün bozulur” demişti. Nisa Nur, tüm bunları kafasında canlandırmış; kimse onu istemezse annesinin çok kızacağını düşünerek, çaresiz susmuştu.

Çocuk yaşındayken dedesi yaşındaki bir adamın yatağına sürüklenen çaresiz Nisa Nur, yaşayacağı pek çok şeyden habersiz, düğün yapılacak Hasan’ın evinin yolunu tutmuştu bile. Hasan’ın evi üç katlı, büyük, göl manzaralı, sırtını ormana yaslamış bir villaydı. O gün bu evlilik Hasan’ın evinde, şeyh nezaretinde ve dua ve salavatlarla yapılacaktı. Evin alt kat salonunda kadınlar, bahçede erkekler yer alacaktı.  Düğün yemekleri yenecek, önceden yapılmış olan imam nikahı kutlanacak, dualar okunacaktı. Renk renk şerbetler, meyveler, tatlılar yenilip, içilecek; oğlak etleri ve pilavlar tepsi tepsi yer sofralarına dağıtılacaktı. Fakir fukaradan ziyade şeyhin yakın ve varlıklı çevresi vardı bu düğünde.

Yatsı namazından önce kalabalığın büyük bölümü dağılmıştı. Yatsı namazı da kılındıktan sonra Hasan, torunu yaşındaki yeni karısının yanına, kısa süre önce dekore ettirdiği yatak odasına çıkmıştı. Nisa Nur, babasının ilk eşinden olan en büyük ablası ile birlikte odadaydı, zira bir çocuğun saatlerce, sakince ve sıkılmadan beklemesi çok da olası değildi; onu oyalamak gerekiyordu. İşte, bu ablanın da tam olarak vazifesi buydu. Hasan odaya girdiğinde o, sessizce ve başı önde, vücudunu hafif öne eğerek, saygı ve hürmette kusur etmeyerek odadan çıkmıştı. Nisa Nur, dedesi gibi görünen bu yaşlı adamdan korkmuş, elindeki yapma çiçeğe sarılıp, bacaklarını karnına kadar çekip, karyolanın başına sırtı denk gelecek şekilde yastığa oturmuş ve yüzünü dizleriyle kapatmıştı. Kalbi yerinden çıkacak gibiydi ve annesinin -ağlama sakın- demesi aklına gelse de, tutamadığı gözyaşları beyaz gelinliği ıslatıyor, bir taraftan da burun akıntısına karşı koyamıyordu. Birden sağ kolunda kuvvetli bir el hissetti. Kafasını dizlerine gömmüş ve bir top gibi büzüşmüş, dizlerini ve çiçeği sımsıkı saran kollarını açmak üzere sertçe dokunan bu el, ona sakin ve kararlı bir güç uyguluyordu. En nihayet çocuk dirayeti yetmemiş ve Nisa Nur, Hasan’ın istediklerini yapmak zorunda kalmıştı. O geceki canının yangını ve ruhunun aldığı tarifsiz yara, hayatı boyunca taşıyacağı bir hastalık gibi tüm hücrelerine işlemiş, bu travmayı kimseyle konuşamamış, ailedeki kadınlar tarafından da bu günün kutlanmasını asla ama asla anlayamamıştı.

Aradan geçen yıllar, Nisa Nur’u üç defa anne yapmış, bir büyük operasyon yaşatmış ve neredeyse genç yaşta soğuk ölümün eline düşe yazmıştı. Şeyhlerinin güçlü gölgesi altında, zengin bir evde sürdüğü yaşantısı, bu nimetlerden faydalananı değil de hizmet edeni noktasında onu tutmuş, diğer bütün kadınlar gibi onlara çizilen "kader" isimli yola layık olmaya çalışarak geçmişti. Kocası Hasan vefat ettiğinde o, evde kalmaya devam etmiş, bir süre sonra hastalandığında da, şeyhin talimatıyla, babasının evine gönderilmişti. Baba evinde de süregelen benzer düzene ayak uydurma, Nisa Nur için zor olmamıştı. Hastalığında annesinin şefkatli ellerinden medet umsa da, pek umduğunu bulamamış, iyileşmek için yine Rabbine sığınmıştı.

Günlerden bir gün, komşu kızının düğününde gördüğü, kendi yaşlarındaki bir adamla göz göze gelmiş; kalbi, daha önce hiç bilmediği bir heyecanla atmaya başlamış ve karnında gezinen karıncaları hissetmişti. Düğün boyunca onu her gördüğünde yüreği hop ediyor, bir garip meltemin içinde buluyordu kendini. O gece hiç bitmesin istemişti, hayatının en güzel günü, o gündü. Birkaç gün sonunda, düğüne katılan başka bir komşuları, Nisa Nur’u ziyarete evlerine gelmiş ve o gün gördüğü, adını bilmediği adamdan bahsetmişti gizlice. O gün adının Cihat olduğunu öğrenmişti ve Cihat'ın kendisine olan ilgisini de. Cihat, Nisa Nur’un telefon numarasını istiyordu, fakat bu göze alınamayacak kadar büyük bir hamle olurdu. Komşu kadının ona verdiği güvence ile telefon numarasını Cihat’a ulaşması için komşuya vermişti. Gizli saklı yaptıkları birkaç konuşma sonrasında Nisa Nur’un annesi, durumu fark etmiş ve onu tehditkar bir dille uyarmıştı. Nisa Nur ise, çaresiz bu sevdasından vazgeçmek zorundaydı.

Oysa isminin anlamı “aydınlık, pırıltılı kadın” demekti. Aydınlıktan bir haber hayatı, kadın olmanın çocuk yaşta başlayan çilesi ile onu ürkek bir ceylana çevirmişti. Korkak, kendini ifade edemeyen ve hatta çok konuşmayan Nisa Nur, şimdi de çocukları için aynı acıların içine düşmüş ve çırpındıkça yüreğini kanatmaktan başkaca bir işe yaramayan bir anneydi o. Nisa Nur; çocuk kadın, çocuk anne ve kadın ergen. Hem çocuklarından yangın, hem de yâre vedasından. Ürkek bir serçe misali erkeklerin kafesinde bir çaresiz. Kadın olmanın insan olmaktan ötede bir yerde, bir cefa gibi yarasını taşıyan can. Kendi gibi nice kadınlara benzemekle avuttuğu yüreğini, bağrına bastığı vedasıyla ateşleyen, çocuklarına germek istediği kanatlarıyla soğutan kadın.


"Atın üstümden yükümü

Verdiğiniz gibi siz alın bu yükü

Benim geçen otuz dokuz yılım zül oldu bana

Sen gör Yarabbi halimi

Acı çocuklarıma

Dağlayın gözlerimi, görmesin

Sağır edin kulaklarımı, duymasın

Kalbim söküldü yerinden çok kez

Yine sökün durmayın

Sökün ki, bitsin hayat

Ben bir melek olayım"


E.E


Bu hikayede yer alan isim ve olaylar gerçek bir yaşam öyküsüne dayanmamaktadır. 

 

 

Yorumlar

  1. Çok güzel bir yazı Evrim hanım; kadını bir nesne olarak görmekten başka bir insan olarak göremeyen bizim bu toplum maalesef ki kadınıyla erkeğiyle ata erkil bir düzene boyun eğmenin kaderi olduğunu sanıyor; oysa ki kadın da erkek de insan nihayetinde tek farkı cinsel kimliği; birbirleri sayesinde hayat bulan bu iki varlık biri diğerinin üstünde hüküm sürmeye çalışıyor; kadını cinsel bir objeden başka olarak göremeyen kör zihniyetlerin tabi ki kadına değer ve anlam katması beklenemez. Sistem o kadar da komplike değil aslında yalın bir gerçeklikte yatıyor; kadın da erkek de bu sistemin ama gönüllü ama zoraki kölesi; kurulu düzen birilerinin menfi çıkarlarına hizmet etmek üzere piramitvari bir sistemle kurgulanmış. Aslında kadın da erkek de bu kurgulanmış kağıttan sahte düzene karşı örgütlenebilse tüm bu düzen tamamen yıkılacak. Ki o sahte düzenin kurgulayıcıları bunu bildiklerinden kadınla erkek arasına nifak tohumları ekerek ayrışma ve kamplara bölerek nihai çıkarına hizmet etmelerini sağlamaktadır. Tabi bu düzenin en önemli enstrümanları din ve bunun kılıfına bürünmüş itirazsız, sorgusuz itaatkar bir toplum yaratmak; geriye sadece sistemi istikrarsız hale getirebilecek kıpırtıları pasifize etmek. Tarih boyunca sistem hep bunun üstüne kurgulanmıştır. Kadın, arşa yükselmek isteyen bir toplumun öteki kanadı ve dinamizmidir.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Öncelikle bu eşsiz tespitler ve değerli cümlelerinize teşekkür ederim. Öyle doğru ki yazdıklarınız, her cümlenin altına imzamı atarım.
      Sevgiyle, huzur ve mutlulukla kalın.

      Teşekkür ederim 🙏

      Sil
  2. Okudukça üzüntüm derinleşti..
    Nasıl bir inanti ki bu
    Bir çocuk heder edildi.
    Içimden geçenleri buraya yazmayacağım.
    Fakat nice Nisa Nur'lar bu gazap dolu hayata sürukleniyorlar..
    Üzgünüm 😢

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu hikaye bir kurgu elbette, fakat bu tarz hikayeler ne yazik ki yasanabiliyor. Çocukların cennetine ulaşmak mümkün mü? Onlar, kendi cennetlerinin kristalleri oysa ki.
      Sevgiyle, umutla kalınız, değerli yorumunuza teşekkür ederim.

      Sil
  3. Merhaba Evrim hm.mukemmel bir şekilde yaşamın gerçeklerini yazıya dökmüşsünüz.Yazacak konuşacak çok şey var.Egitime önem vermeyen okumayan bir toplum olduk.Kurucumuzdan ipaylaşmak istiyorum ,,..(Anaların bugünkü evlatlarına vereceği terbiye eski devirlerdeki gibi basit değildir. Bugünün anaları için gerekli vasıfları taşıyan evlat yetiştirmek, evlatlarını bugünkü hayat için faal bir uzuv haline koymak pek çok yüksek vasıflar taşımalarına bağlıdır. Onun için kadınlarımız, hattâ erkeklerimizden çok aydın, daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar; eğer hakikaten milletin anası olmak istiyorlarsa."M.Kemal ATATÜRK ) Tebrikler başarılarınız daim olsun🙏👏💙

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir gelenek gibi algilatılmak istenilen çocuk yaşta gelin olma durumu, Türk kadınının örf ve adetlerine hiçbir vakit olmaz, olmamıştır. Bu vebale girenler, başka bir dünyanın insanıdır. Mustafa Kemal Atatürk, pek çok konuda olduğu gibi kadınlar ve annelik konusunda da ne güzel söylemiş.
      Çok değerli bir yorum, teşekkür ederim 🙏

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

YAŞASIN CUMHURİYET!

TEK TEK UNUTMALI (podcast)