YOKLUK MU? RİSK Mİ?
Eskiler
anlatır: “Yokluk yıllarıydı, ayakkabı bulmak lükstü. Ayakkabımız eskir, altı
delinirdi, biz altı delik ayakkabıyı yaptırıncaya kadar kullanırdık. Otobüs,
yol bu günkü gibi değildi. Uçakla yolculuk diye bir kavramımız bile yoktu. Yolculuklar uzun ve sıkıntılıydı. Valizlerin
kendisi ağırdı zaten. Günlük hayatta kullanılan eşyalar önemliydi, dolmakalem,
saat, kemer… Bu eşyaları alınca mutlu olurduk, genellikle bir adet olurdu
herkeste. Hesap makinesi yerine, facit denilen mekanik hesap makineleri vardı.
Dört işlem yapılabilirdi. Sigara birkaç çeşit satılırdı, parası olanlar Kent,
olmayanlar Birinci kullanırdı. Evler sobalıydı, demlikler bakır, banyolarda
hamam tası vardı, o da banyolu lüks bir evse, genellikle hamama gidilirdi.
Şampuan, duş jelimiz yoktu, beyaz sabun her işimizi hallederdi. Giysilerimiz
çok olmazdı, butikler, büyük mağazalar yoktu bizim zamanımızda, terziler vardı.
Birkaç giysi yeterdi bizlere. Erkeklerin takım elbiselerinde kol içi astar
mühimdi, beyaz olmalıydı, bu havalıydı. Kadın mantolarının yakası kürklü olurdu
genelde. İpek, saten, tafta kumaşlar kadın giysileri için önemliydi. Genellikle
evlerde dikiş makinası olurdu, neler neler dikerdik o makinelerle. Dikiş
makinesi olan evlerin bile mutlaka terzisi de olurdu. Bizim konfeksiyon
mağazası alışkanlığımız gibiydi terziler.
Buzdolabı
çocukluk ve gençlik yıllarımızda bir lükstü, yoktu da. Tel dolaplarımız vardı,
yiyecekler bozulmasın diye evlerde işlemden geçerdi. Mesela etlik dediğimiz
günler vardı. Hayvanlar kesilir, etler kavurma yapılır, tenekelere basılır ve
teneke ağzı lehimle kapatılırdı. Sebzeler konserve yapılır ya da kurutulurdu.
Böylece tel dolaplarımız onlara raf olurdu. Salça evlerde yapılırdı, reçel,
turşu, erişte, sirke hep evlerde yapılırdı.
Devlet
memuru olmak mühimdi bizim zamanımızda. Maaşı olan, prestijli bir görevdi.
Damadı devlet memuru olan, mutlu olurdu, kızım rahat edecek diye düşünürdü.
Öyle genel bir üniversite sınavı yoktu. Her üniversite kendi bünyesinde sınav
açardı. Dolayısıyla birkaç sınava girme şansımız olurdu. Kazandıklarımızın
arasından seçim yapabilirdik. Meslek okulları oldukça donanımlıydı. Örneğin
öğretmen okulları, zamanında pek çoğumuzu meslek sahibi yapmış, dinamik
kurumlardı. Köy Enstitüleri çok önemli bir kuruluştu. Ülke bilincini
geliştiren, büyüten, değerin varlığını anlatan, oldukça özel ve yine çok
dinamik yapılardı.
Tüm bunlara
ilaveten eklemeliyiz ki, eskiden yok olanlara takılmazdık, çünkü kimsede yoktu.
Varlığını bilmediğimiz bir şeyin yokluğu da bizleri rahatsız etmiyordu. Ayıplar
da dolayısıyla farklıydı, bizim zamanımızda. Kirli olmak ayıptı, eski giymek
ayıp değildi. Toplum içindeki statüler, ilişkileri bu günkü kadar etkilemezdi.
Mücadele elbette büyüktü fakat herkesin mücadelesiydi. Yaşam renklensin diye
insanların bahaneleri vardı. Kahve içmek, gerçekten huzurlu, etliğimizden çıkan
kavurma, gerçekten lezzetliydi. Bayramlar renkli, gazoz neşe aracı, dönme dolap
mutluluk sembolüydü. Şimdi kalmadı o lezzetler. Yokluk yılları bizleri
kenetlerdi, saygı ve hoşgörü daha yüksek değerlerdi. Şimdi sizler yokluğu bilmiyorsunuz.”
Böyle
anlatıyor eskiler, keyifle…
Ya şimdi?
Onların anladığı anlamda yokluk yok belki haklılar ama daha büyük şeyler var
artık. Yokluk bu günün şartlarında “nesneye ulaşabilme gücünün olmayışı” ise,
daha fazla var aslında. Var olanda çok var, yok olanda da hiç yok. Üstelik
maddi olanaklara göre şekillenmiş günümüzün insanlık algısı, olmayanı
kucaklayacak ortamı da saklar hale gelmiş. Şehirler büyümüş, binalar ayıpları
da, yokluğu da gizler hale gelmiş. İnsanın insana ulaşımı bitmiş.
Riskler
artmış, insanlar birbirlerinden çekinir hale gelmiş. İletişim bile güvenilir
alanın dışında kalmış. Derdi olan derdini anlatsa adı ajitasyon, mutluluğu olan
mutluluğunu anlatsa adı şımarıklık olmuş. Çünkü şartlar herkes için farklı
grafiklerde değişmiş. Toplum, adaletli bir değişimi yaşayamamış.
Cebimizdeki
telefonlar, ulaşılabilirliği arttırmış fakat dolandırıcılar için de bu fırsat
olmuş. Tanınmayan numaralar açılmaz olmuş.
Banka
hesapları dijitalleşmiş, bir elektrik kesintisi, paraya ulaşılamama sebebi
olmuş.
Teknoloji
insanları sosyal medya hesaplarına bağlamış, internet yoksa günlük iletişim
sıfırlanmış.
Kış
şartlarında ısınmak için doğalgaz, elektrik şart olmuş, kesintiler veya
pahalılık ile üşümek kaçınılmaz olmuş.
Siber
saldırı riskleri ile tüm dünya seferber olmuş, koruma önlemleri için geceler
gündüzlere karışmış.
Ulaşım
eskiye göre kolay olsa da, bir yolu kullanmanın maliyeti sırtlara yük olmuş.
Belki ağzı
lehimle kapatılmış kavurmalarımız yok artık, marketten hızlıca almak mümkün ama
gıda güvenilmez olmuş. Gıdaya ulaşmak ise günden güne zorlaşmış.
Hastalıklar
değişmiş, sağlık riskli hale gelmiş. Tıp ilerlemiş olsa da, ilaçların kullanımı
artmış, yan etkiler çoğalmış ve tanımlanamamış hastalıklar sınıfı değişmiş.
Hava
kirlenmiş, su kirlenmiş.
Giysilere
ulaşmak için mağazaya gitmeye bile gerek yokken, internetten tek tuşla bu
mümkün iken, eski güzel giysiler gitmiş, yerine alelade ve sağlıksız kumaşlar
gelmiş. Şıklıktan öte giysinin hafızası değişmiş, ulaşılabilirlik daha öne
çıkmış ve bazı giysiler misyonunu tamamlamış.
Tel dolabın
yerine buzdolabı olsa ne olur, içi boş kalmış. Bir de üstüne pahalı elektriği
tüketen bir canavar olmuş.
Üniversitelerin
sayısı çok daha fazla bu gün ama içi boşalmış. Meslek sahibi olmanın anlamı
eskisi gibi iş bulabilmek değil, diploma sahibi olmak anlamına evrilmiş.
Okulların birçoğu kolej olmuş ama bir taraftan da büyük paralar ödemek
zorunluluğu doğmuş. Köy Enstitüleri kapanmış ama yerini büyük bir cehalet
sarmış. Köy kente göçünce, kentin kültürü de değişmiş.
Sabah
uyandığımız andan itibaren yaşamak için aldığımız riskler artmış, nefes almak
bile zehirli hale gelmiş.
Kapımız
çalındığında riskli bulduğunuzdan, iyice sorgulamadan açamaz olmuşuz.
Günaydınlar
bitmiş, akşam kahvelerinin anlamı Starbucks olmuş.
Şimdi
sizlere soruyorum büyüklerim, yokluk diye anlattığınız o yıllar, ne de geri
dönülesi değil mi? Hayatın her dönem yaşanan zorluklarına rağmen, yaşamın hakkını da
verebilmek, o yıllar. Dört duvara mahkum, elimizdeki küçük dikdörtgen kutuların
içinde geçen, bu denli riskli bir yaşam, yaşamdan gerçek mahrumiyet değil mi?
Bunca riski gün içinde taşımak en büyük mutsuzluk sebebi ve yalnızlaşmak.
İnsanların birbirinden uzaklaşırken, kalplerinin de soğuduğu bir dünya burası.
Bunca riskle atılan her adımın da maliyeti büyük haliyle. Eskilerin bahsettiği
yokluk mu, bugüne ait risk mi? Hangisi gerçek yokluk?
E.E
Gözlem ve tespitleriniz ile alt yapınızı son derece akıcı ve sağ duyulu olarak birleştirip deteylandırmanız çok etkilendim.Tebrikler Mavi evet mavi zamanı artık.
YanıtlaSil🙏 Teşekkür ederim, ne güzel bir yorum bu. Isminizle hitap etmeyi çok isterdim ama maalesef göremiyorum. O sebeple müsaadenizle, yol arkadaşım demek istiyorum. Değer kattınız, hoş geldiniz.
SilSevgili Evrim'cim, herzaman olduğu gibi çok özlem duyduğumuz bir konuya, eski günlerin ve şimdiki zaman diliminin ayrımlarını çok iyi ele almışsın. Evet zaman teknoloji zamanı kazanımları çok fazla olmasına karşın, insan ilişkileri son derece büyük bir travma aldı. Herkes ben merkezli, menfaatleri öncelikli ilişkiler içinde yapay dostluklar kuruyor, güven duyulabileceğiniz bir ortam kalmadı. Kendini güçlendirebilmiş insanlar da ancak kend gibi olabilmiş kişilerle arkadaşlık kurabiliyor.Yani sınıflara ayrıldık. Seninde yazında belirttiğin gibi, eskiden böyle bir ayrım yapılmaz, zengin fakir aynı sokakları, aynı okulları paylaşır, komşuluklar da samimi ve içten duygularla yapılırdı. Ancak bu dünya'nın bir rüya olduğunu düşünürsek, her geçen zaman da geçici olacak. Şimdiki zamanın da ilerde yerini nasıl geleceğe bırakacağını, belki bu zaman diliminin de nasıl aranacağını bilmiyoruz. Umarım gelecek bu günlerimizden daha güzel olur.Sevgilerimle güzel kızım.👍😘❤
YanıtlaSilBeni iyi tanıdığınızı anlıyorum, fakat isminizi göremiyorum. Bunun için çok üzgünüm. Bu bir program hatası olmalı.
SilDeğerli yorumunuzu her satırına katılıyorum. Sevgi ve ilgiyle yazdığınız yorumunuz için sonsuz teşekkur ediyorum. Mutlu, sevgi dolu günler dileğiyle.
Günümüzde En önemli yokluk bence Gerçek saygı ve sevginin yokluğu... Iyi yayınlar
YanıtlaSilBuna katılmamak mümkün değil elbette, teşekkür ederim değerli yorumunuza.
Sil